"Benimle aynı düşüncede olmayan insan düşman değildir; Sadece benimle aynı düşüncede olmayan başka bir insandır." (Alıntı)

FİKİR KENTİ - Son Eklenenler ...

Genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2008 Cuma

MİMARİ : Kazakistan’ın Enerji Servetinin Mimari Sembolleri...

Tarih: 4 Kasım 2008 Kaynak: Architectural Record Yazan: William Hanley Derleyen: Burcu Karabaş, Gökçe Aras, Gül Keskin, Zeynep Güney - www.Arkitera.com
Tarihinin temelini göçebe uygarlıkların attığı Kazakistan, bugün New York’a yakın nüfusuyla 5 milyon km2’den fazla bir alanı kaplıyor. Bu özellikler göz önüne alındığında kentsel mimarinin en başarılı örneklerinin hayata geçirilebileceği bir ülke olarak görünmeyen Kazakistan, Britanyalı komedyen Sacha Baron Cohen’in 2006 yapımı Borat adlı filminde “geri kalmış bir köhnemiş kulübeler ülkesi” olarak dahi tanımlanıyor. Ancak çağdaş Kazakistan kentleri hakkındaki gerçeği, ülkenin başkenti Astana üzerinde yükselen Huzur ve Barış Sarayı’nın cam piramidi yansıtıyor.

Tasarımı Foster & Partners’a ait olan bu anıtsal yapı, geniş bir taban üzerinde yaklaşık 60 metre boyunca yükseliyor ve atriyumu, zirvesindeki bir pencereden giren gün ışığıyla aydınlanıyor. Dini liderlerin üç yılda bir yapılan özel buluşmasına da ev sahipliği yapan bir toplantı salonu, piramidin zirvesinde asılı duruyor ve zemininde bulunan büyük, dairesel camdan atriyumun ışık almasına imkan veriyor. 2006 yılında tamamlanan ve yaklaşık 61 milyon Dolar’a mal olan piramit, Sovyet geçmişinden sıyrılan ve bölgesel ekonomide bir lider haline gelen Kazakistan’ın simgesi haline geldi.


Khan Shatyr Eğlence Merkezi (Astana, Kazakistan)
Kaynak: Foster & Partners


Kazakistan 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından kısa bir süre sonra bağımsızlığını ilan ederek başkentini Astana'ya taşıdı. O tarihten itibaren hükümet, gelişmiş petrol ve gaz endüstrisinden kazandığı milyarları kenti görülmeye değer hale getirmek, hatta bazı gözlemcilere göre ise "Bozkırda bir Brasilia"ya benzetmek için çaba harcadı. 2008 yılının başında petrol fiyatlarının tavan yapmasıyla gelişim dalgası ülke geneline yayıldı. Kent, bozulma konusundaki ününe ve kötü insan hakları yönetimine rağmen, Massimiliano Fuksas Architetto ve Behnisch Architekten gibi üst düzey Batılı mimarlar için oldukça cazip hale geldi. Birçok proje, kendine özgü Kazak kimliğini ortaya koyacak şekilde tasarlanıyor ve inşa süreçleriyle de dünyanın en hızlı gelişen ülkelerini taklit ediyor.


Khan Shatyr Eğlence Merkezi (Astana, Kazakistan)
Kaynak: Foster & Partners


Astana gelecek yıllarda Foster + Partners tarafından tasarlanan iki projeyle kendini gösterecek. Bunlardan ilki Birleşik Arap Emirlikleri'nden Aldar Properties tarafından geliştirilen karma kullanımlı Abu Dhabi Plaza. İkincisi ise yaklaşık 150 metrelik bir direğe asılmış, tenteyi andıran kumaş cephesiyle Khan Shatyr Eğlence Merkezi. Merkez 2009’da tamamlandığında, inşası sadece üç yıl süren kentin en büyük binası olacak.




Khan Shatyr Eğlence Merkezi (Astana, Kazakistan)
Kaynak: Foster & Partners


Kış sıcaklığının yaklaşık -18°C olduğu bir şehirde, enerji-tutucu polimer ETFE'den yapılmış şeffaf bir şemsiyenin altında yaratılan kentsel park ve 30.200 m2'lik Khan Shatyr Eğlence Merkezi, perakende satış birimleri, restoran, sinemalar ve bir su parkını kapsayacak. Projenin başındaki büyük ortak Nigel Dancey "Bu kadar büyük bir binayı, kısa zaman çerçevesi içinde inşa edebilmek için yenilikçi inşaat metotlarına ihtiyacımız olacağı açıktı. Dev bir çadır yaratarak, tasarımda da Kazakistan halkına Yurt Çadırı'nın tarihi önemini anımsatmış olduk," diyor.


Aktau, Kazakistan
Kaynak: Koetter, Kim & Associates


Tasarımında, Kazakistan'ın göçebe geçmişinden elemanlar barındıran bir başka proje de, ülkenin diğer bir bölgesi Aktau Limanı'nda yer alıyor. Şehir, ilk başta Sovyet Rusya tarafından Hazar Denizi'ndeki petrol çalışmalarına destek olması için geliştirilmişti. Şehrin alçak yatay bloklarla sınırlanan çok sayıdaki sert bulvarlar dizisi, büyük askeri araçlara ev sahipliği yapmak için tasarlandı. Boston Koetter'daki Kim & Associates'in başkanı Susie Kim "Caddeler insanlara değil, yalnızca tanklara yönelik tasarlandı," diyor.


Aktau, Kazakistan
Kaynak: Koetter, Kim & Associates


Kim’in şirketi, Millennium Uluslararası Gelişim tarafından şehrin kuzeyindeki büyümenin master planını hazırlamakla görevlendirildi. Yoğun bloklardan uzaklaşan, denize bakan villa tipi evlerin oluşturduğu geniş ve açık yürüme yollarıyla plan, Aktau’ya daha insancıl bir ölçü getirdi. “Karma kullanımlı binaların sade bir modeliyle çevrelenmiş kamusal bahçe ve parklar, planın birçok yerinde tekrarlanıyor. Böylece kamusal alana güvenli geçişle, özel mülk hissi dengeleniyor,” diyen Kim ekliyor: “Hem çevrelenmiş, hem de genişleyebilen alanlar yarattık.”

Planın tamamı, silüeti belirleyen Yeni Aktau Şehri Enerji Kulesi’nin ve kanallar, sokaklar aracılığıyla semtteki yapıları soğutacak olan yenilikçi deniz suyu pompalama sisteminin bulunduğu bir merkezin etrafında konumlanıyor. Mimarlar, bölgenin göze çarpan kamusal yapılarından biri olan ve Kazakistan’ın tarihi göçebe çadırlarından yola çıkılarak inşa edilen, camla çevrili perakende satış alanı “Crystal Souk”un (Kristal Çarşı) bir modelini yaptılar. “Geleneksel olan tek yapıları dairesel çadırları,” diyor Kim.

Kazak yetkililer, birkaç test çalışması tamamlandıktan sonra, kentin önemli bir kısmının on yıl içerisinde geliştirilmesi için çabalıyorlar. Kim, bu gelişmeleri birçok gözlemcinin de paylaştığı düşüncesini dile getirerek tanımlıyor: “Dubai’nin hızını örnek alıyorlar.”

Buradan Alıntıdır...

14 Temmuz 2008 Pazartesi

GENEL : Türkiye şehirleri haritası, internetteki en yaygın arama sitesi Google'da yayınlanmaya başlandı.


Türkiye'deki şehir haritalarına http://maps. google.com/ adresinin 'search map' bölümüne aranan şehrin ismi yazılarak erişilebiliyor.

İlk etapta 34 büyük şehir, sokaklarından tutun da otel, okul, hastane, eczane, cami, market, taksi durakları ve yerleşim sitelerine varıncaya kadar Google'a girdi.

Türk bilişim firması Başarsoft'un karadan adım adım dolaşarak hazırladığı dijital harita, hafta başında sessiz sedasız yayına konuldu. Bunun için 18 ayda, 34 ilde 4 ayrı ekip 550 bin kilometre yol kat etti. Harita, yazılım mühendisleriyle birlikte 20 kişilik ekibin emeğiyle oluştu. Haritayı hazırlayan ekibin giremediği tek mahalle ise Ankara'daki Çinçin oldu.

Nöbetçi eczaneyi Google'da ara

Dijital haritada cadde üstündeki marketlere varıncaya neredeyse her önemli nokta, yer atlanmadan haritaya işlenmiş. İstanbul'da 4 bin 343 eczane işaretli. Bundan böyle nöbetçi eczaneler, kendisine giden yoldaki bütün sokak ve yakınındaki önemli merkezlerle birlikte Google'da gözükecek.

Bir şehirde önemli ne kadar donatı varsa hepsinin yer aldığı haritada işaretli mekân çeşitlerinden bazıları şöyle: Akaryakıt istasyonları, duraklar, otoparklar, dinlenme tesisleri, terminaller, rıhtımlar, okullar, camiler, hastaneler, banka şubeleri, kamu binaları, kütüphaneler, karakollar, adliyeler, belediyeler, hamamlar, oteller, tarihî eserler.

Google'da yer alan iller

Adana, Ankara, Antalya, Artvin, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Mersin, İstanbul, İzmir, Kastamonu, Kayseri, Kırklareli, Kocaeli, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, Tekirdağ, Trabzon, Uşak, Yozgat, Bayburt, Kırıkkale, Bartın, Yalova ve Karabük.

(İnterNetDen)

12 Temmuz 2008 Cumartesi

AKLINIZDA BULUNSUN : KONFİCYUS' A GÖRE BEŞ AĞIR SUÇ...

Haydutluk ve hirsizlik bunlarin arasinda degildir, daha sonra gelirler.

Bu bes suc sunlardir:

Birincisi:
Uyumsuz ve asi bir tabiatla birlikte gozupeklik;

İkincisi :
Asagi bir hayat tarziyla birlikte inatcilik;

Üçüncüsü :
Çenesinin kuvvetli olmasiyla birlikte yalancilik;

Dördüncüsü :
Herkesin ayibini, kusurunu aklinda tutmakla birlikte herkesle dost gecinmek;

Beşincisi :
Hak ve Adalet duygusu olmamakla birlikte yaptigi haksizliklari suslu ve parlak gerekceler arkasina gizlemek...


(İnterNetDen)

MİMARİ : Başkan Topbaş’ın Tepebaşı’ndaki hayali gerçekleşiyor…

Tarih: 8 Temmuz 2008 Kaynak: İstanbul Büyükşehir Belediyesi www.arkitera.com


Tepebaşı’nda TRT stüdyolarının ve İMP’nin bulunduğu alana, projesini dünyaca ünlü mimar Frank Gehry’nin çizdiği ve içinde dram tiyatrosu ile konser salonunun da bulunacağı muhteşem bir kültür merkezi yapılacak. Başkan Topbaş, projenin müjdesini merkezin yapımına talip olan İşadamı İnan Kıraç ile birlikte verdi.

Tepebaşı’nda TRT stüdyoları ile İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’nin (İMP) bulunduğu alana, avam projesini dünyaca ünlü mimar Frank Gehry’nin çizdiği, mimari estetiğiyle dünyanın ilgi odağı olacak muhteşem bir kültür merkezi inşa edilecek. Toplam 14 bin metrekarelik alanda 200 milyon dolarlık dev bir yatırımla, içinde Başkan Topbaş’ın hayali olan tarihi dram tiyatrosu ile 1850 kişilik konser salonu ve 4 bin araç kapasiteli otoparkın da bulunacağı kültür merkezi hayata geçecek.

TRT ile prensipte anlaşıldı
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, projenin müjdesini merkezin yapımına talip olan İşadamı İnan Kıraç ile birlikte İMP’de düzenlediği basın toplantısında verdi. 2005 yılının Ocak ayında İnan Kıraç ile toplam 14 bin metrekarelik bu alana TRT stüdyo binası yerine kültür merkezi yapılması konusunda görüştüklerini belirten Başkan Kadir Topbaş, TRT’ye stüdyolarını taşıyabileceği bir yer önerdiklerini ve prensipte anlaştıklarını söyledi.




MİMARİ : Berlusconi, “Milano’da yeterince çükü kalkmayan var” ...

Ünlü mimarın kulesi ‘erkeksi’ olmayınca...

Tarih: 8 Temmuz 2008 Kaynak: Radikal
Berlusconi, Libeskind’ın eğimli kulesi için “Milano’da yeterince çükü kalkmayan var” yorumu yaptı. İtalya’da son dönemde bazı model ve dansçıların iş bağlantılarını takip etmesi ve kabinesine bakan yaptığı eski model Mara Carfagna’yla müstehcen telefon konuşmalarıyle olay yaratan sağcı Başbakan Silvio Berlusconi, bu kez cinsellik takıntılı tavrıyla dünyanın en ünlü mimarlarından birini çileden çıkarttı. Berlusconi, Leh kökenli ABD’li mimar Daniel Libeskind’ın Milano’nun tarihi mahallesi Fiera Milano’daki kentsel dönüşüm projesi için tasarladığı sanat müzesi ve ofis binalarını içeren gökdelenin eğimini ‘yeterince erkeksi’ bulmayınca fırtına koptu.

Manchester’daki Emperyal Savaş Müzesi, Berlin’deki Yahudi müzesi ve Manhattan’da Dünya Ticaret Merkezi yerine yapılacak kompleksin mimarlarından Libeskind’ın Milano projesi için tasarladığı kule, Britanyalı mimar Zaha Hadid ile Japon meslektaşı Arata Isozaki’nin binaları arasında eğimli duruşuyla dikkat çekiyor. Atışma ülkenin en zengin işadamı Milanolu Başbakan’ın tasarıma dair hoşnutsuzluğunu cinsel içerikli kinayeyle dile getirmesiyle başladı. Gaflarıyla nam salmış Berlusconi, Corriere della Sera’ya “Milano zaten çükü kalkmayan bir sürü insanla doludur. Epi topu Viagraya ihtiyaç duyacak biri daha eklenecek” deyiverdi. Ünlü mimarın yanıtı gecikmedi. Berlusconi’nin yorumunu faşist ideolojiye bağlayan Libeskind, “Faşist İtalya’da ‘dümdüz’ (eşcinsel) olmayan herşey ‘yakışıksız sanat’ görülürdü. Kulemde Leonardo da Vinci’den esinlenilmiştir ve bu büyük İtalyan kültürüne aittir. Ama o bunları düşünecek entellektüel birikim yahut zamana sahip değil” çıkışını yaptı. Libeskind, “Bir Amerikalı ve Yahudi olarak Berlusconi’yi berbat buluyorum. Milliyetçilik algısı, sınırları kapatıp farklı olanı olumsuzlaması tiksindirici. Yabancılardan nefret ediyor” diye ekledi.

Berlusconi projeyi iptal edebilir
Tasarımı beğenmeyenler, Berlusconi’nin müdahelesiyle binanın biraz ‘dikleşmesi’ umudunu dile getirse de, atışmanın Başbakan’ın kompleks için verilmiş izni iptaline yol açacağı söyleniyor. Milano’nun eski kültür danışmanı Vittorio Sgarbi, “Mimar özür dilemezse Başbakanın kendisine izin vereceğini sanmıyorum” dedi.

28 Haziran 2008 Cumartesi

GENEL : Mucize Türkler... (Tempo 'dan)

Hırvatistan maçından bu yana dünya basını bizden, ‘Mucize Türkler’ diye bahsediyor. Oysa mucize olduğumuzu anlatacak niceleri var. Kim Nuri Bilge Ceylan’ın daha az top koşturduğunu ya da kim Mehmet Öz’ün daha az gol attığını söyleyebilir? Tempo Dergisi, sanattan bilime, spordan iş dünyasına ‘Türklerin Mucizeleri’ni araştırdı


MİLLİ TAKIM - Euro 2008
Kalbimiz seninle
Türk Milli Futbol Takımı. 2002’de dünya üçüncüsü olan milli takım, 2008’de tüm tahminlerin aksine, büyük başarılara imza attı. Dergimiz salı günü yayına hazırlandığı için, ne yazık ki yarı finalde ne olduğunu bilemiyoruz. Ancak bunun çok da önemli olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü takımımızın Avrupa’nın devlerini geride bırakarak yarı finale yükselmesi zaten yeterince göz alıcı bir başarı. Şu anda elinizde tuttuğunuz dergiyi umarız final karşılaşması öncesinde keyifle okursunuz.


NURİ BİLGE CEYLAN
Türkiye’nin ‘Üç Maymun’u oynadığı yönetmen
Yönetmen. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Bölümü’nü bitirdi. Ne var ki mühendislikte aradığını bulamadı. Mimar Sinan Üniversitesi’nde iki yıl sinema eğitim gördü. İlk filmi Koza’yı, 1995’te çekti. Ardından 13 yıl içinde beş film yaptı. ‘Kasaba’ (1997), ‘Mayıs Sıkıntısı’ (1999), ‘Uzak’ (2002), ‘İklimler’ (2006), ‘Üç Maymun’ (2006)... Filmlerinin hiçbiri ödülsüz kalmadı. İstanbul, Antalya Altın Portakal ve Cannes film festivalleri başta olmak üzere pek çok ülke festivalinde hemen her dalda ödüller kazandı. Yurtdışında en çok ödül kazanan Türk yönetmen oldu Nuri Bilge Ceylan, son olarak 2008 Cannes Film Festivali’nde, küçük zaafların büyük yalanlara neden olmasıyla parçalanan bir ailenin, bir arada kalma çabasını anlatan ‘Üç Maymun’ filmiyle ‘en iyi yönetmen’ ödülünü aldı. Ve “Bu ödülü tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme adamak istiyorum” dedi.


MEHMET OKUR
NBA ‘All Star’da ilk Türk
Basketbolcu. Türk Milli Basketbol Takımı’nın yıldız oyuncusu Mehmet Okur, 2002’de Detroit Pistons’a transfer oldu. Böylece NBA kariyerine başladı. İkinci sezonda takımın en iyi oyuncuları arasında yerini aldı. Detroit Pistons, NBA şampiyonu olduğunda Mehmet Okur’un adının altı çizildi. Detroit’ten, 2004’te Utah Jazz’a geçti. 50 milyon dolara altı yıllık sözleşme imzaladı. 2007’de Allen Iverson’ın sakatlığı nedeniyle kadrodan çıkartılması üzerine ‘NBA All-Star’ maçı Batı Konferansı kadrosuna dâhil edildi. Okur, NBA tarihinde All-Star seçilen ilk Türk oyuncu oldu.


İDİL BİRET
En geniş repertuar onun
Piyanist. Beş yaşındayken duyduğu her parçayı anında ve eksiksiz olarak piyanoya aktarabiliyordu. Üstün yeteneği nedeniyle TBMM’nin kendi adına çıkardığı özel yasadan yararlanarak, yedi yaşında Fransa’ya gönderildi. 16 yaşında dünya sahnelerinde yerini aldı. Olağanüstü bir hafıza, mükemmel bir teknik ve yorumlama gücüne sahip olarak nitelendirilen Biret, dünyanın en geniş repertuarlı piyanisti unvanına sahip. 1971’de ‘Devlet Sanatçısı’ ilan edildi. Biret’in ‘Lili Boulanger Memorial’, ‘Harriet Cohen/Dinu Lipatti Altın Madalyası’, Polonya hükümeti ‘Kültür Liyakat Nişanı’, İtalyan hükümeti ‘Adelaide Ristori Nişanı’ ve Fransa hükümeti ‘Chevalier de L'Ordre de Mérite Nişanı’ bulunuyor.


GAZİ YAŞARGİL
Beynin efendisi
Tıp doktoru. Nöroşirurji uzmanı. Mikro cerrahinin nöroşirurji alanında kullanılabilirliğini keşfetti. Epilepsi ve beyin tümörlerinin tedavisi için yeni yöntemler buldu. Nöroşirurji alanında yüzyılın en büyük gelişmelerine imzasını attı. Harvey Cushing ile beraber 20’nci yüzyılın en önemli nöroşirurji uzmanı olarak niteleniyor. Ameliyatlarında kullanmak amacıyla yarattığı cihazlara ‘Otomatik Leyla Ekartörü’, ‘Yaşargil Anevrizma Klipleri’ gibi isimler verdi. Cihazlar, bugün de bu adlarla anılıyor. Amerikan Beyin Cerrahları Birliği tarafından ‘yüzyılın adamı’ seçilen Yaşargil’in 19 ulusal ve uluslararası ödülü var..

GÖKHAN HOTAMIŞLIGİL
Tümör, seni öldüreceğim!
Tıp doktoru. ABD’nin Harvard Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ve ekibi, önce ‘JNK’ adını verdiği şişmanlık genini buldu. Ardından 2007’de ‘STAMP2’ adlı, sadece karın içindeki yağlarda bulunan bir molekülü keşfetti. Şişmanlığın kanser gelişimini tetiklemesinden hareket eden Hotamışlıgil, STAMP2’nin metabolizmayla birlikte tümörleri de kontrol ettiğini bulguladı. Hotamışlıgil, şimdi bu molekülü kapatarak, enerjisizlikten tümörleri öldürmenin yolunu arıyor. Kendi adına 10 patenti bulunan Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in Amerikan Diyabet Derneği, Ulusal Sağlık Enstitüsü, Markey, Pew ve Sandler vakıfları gibi kurumlardan ödülleri var.

MUHTAR KENT
Cola’nın muhtarı
CEO. Muhtar Kent, askerlik sonrası cebindeki bin dolarla ABD’ye gitti. Gazete ilanlarından Coca-Cola’da iş buldu. 26 yaşında Coca-Cola kamyonları ile şehir şehir gezerek kola sattı. Dağıtım, pazarlama, lojistik sistemini öğrendi. 1985’te Coca-Cola Türkiye ve Orta Asya Genel Müdürü, ardından Coca-Cola Amatil-Europe’da yönetim direktörü oldu. 12 Avrupa ülkesindeki Coca-Cola’nın cirosunu iki yılda yüzde 50 artırarak dikkat çekti. 1999’da Coca-Cola’dan ayrıldı. Efes İçecek Grubu’nun en üst düzey yöneticisi olarak, şirketi, Adriyatik’ten Çin’e kadar genişletti. Yaklaşık altı yıl aradan sonra, Nisan 2005’te Coca-Cola Company’ye geri döndü. Coca-Cola, Kent’i 1 Temmuz 2008’den itibaren en tepe görev olan CEO’luğa getirdi. Böylece ilk kez bir Türk, dünyanın en değerli firmalarından birinde zirveye yükseldi

AZRA AKIN
Dünyanın en güzel kızı
Güzellik kraliçesi. 2002’de Miss World Dünya Güzellik Yarışması’nda dünya güzeli seçildi. Bu unvanı 1932’de Keriman Halis’in ardından Türkiye’ye ikinci defa getiren kişi oldu. İki TV dizisi ve bir sinema filminde rol aldı.

FATİH AKIN
Duvara karşı bizden biri
Yönetmen. 1995’te ilk ödülünü Hamburg Uluslararası Kısa Film Festivali’nde, ilk kısa filmi, ‘You’re the one!’ (O Sensin) ile aldı. Uzun metrajlı filmlerinden ‘Duvara Karşı’ ile 2004’te Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazandı. ‘Yaşamın Kıyısında’ filmiyle 2007’de Cannes’da en iyi senaryo ödülünü aldı. Diğer uzun metrajlı filmleri ‘Im Juli’ (Temmuz’da) ve ‘Solino’ adlarını taşıyor. 2005’te, ‘Crossing the Bridge: The Sound of İstanbul / İstanbul Hatırası’ adlı, İstanbul’un barındırdığı değişik müzikleri ve müzik kültürleri üzerine bir belgeselin yönetmenliğini yaptı.

ARA GÜLER
Sanatçı değil, ‘foto muhabiri’
Foto muhabiri. 1950’de Yeni İstanbul Gazetesi’nde çalışmaya başladı. 1958’den itibaren Time-Life, Paris Match ve Stern dergilerinin Yakındoğu foto muhabirliğini yaptı. 1961’de ünlü fotoğraf ajansı Magnum’a katıldı. 1962’de Master Of Leica ödülünü kazandı. Magnum adına Churchill’den Salvador Dali’ye, İsmet İnönü’den Bertrand Russel’e kadar pek çok ünlü simanın fotoğrafını çekti. Gazetecilerle görüşmeyen Pablo Picasso’yu fotoğraflaması, daha da ünlenmesini sağladı. 2000’de Fransız hükümeti tarafından Legion d’Honneur unvanıyla ödüllendirildi. Kendisini sanatçı değil, ‘foto muhabiri’ olarak gördü.

SUNA KAN
Kemanın virtüözü
Kemancı. Dokuz yaşında çıktığı ilk konserinde, Mozart ve Viotti’nin konçertolarını orkestra eşliğinde çaldı. 1948’de TBMM’nin çıkardığı ‘Harika Çocuklar Yasası’ ile müzik öğrenimi görmek üzere Fransa’ya gitti. 1952’de okulu birincilikle bitirdi. 1954’te Cenevre ve Viotti yarışmalarında birincilik kazandı. Her kıtanın büyük kentlerinde konser ve resitaller verdi. Ünlü şeflerin orkestralarında çaldı. Bach’tan Bartok’a uzanan geniş repertuarında, Türk bestecilerin eserlerine de yer verdi. 1971’de devlet sanatçılığına seçildi. 1977’de TRT Ankara Oda Orkestrası’nın kuruluşuna ön ayak oldu. Orkestranın solistliğini ve başkemancılığını yapt

ŞAMİL SAM
Vurduğu yerden ses gelir
Boksör. Dokuz Türkiye, bir Gençler Dünya, bir Avrupa, bir Dünya Şampiyonluğu kazandıktan sonra, 2000’de profesyonelliğe geçti. 2002 ve 2003’te Avrupa Ağır Sıklet Boks Şampiyonu oldu. 2004 ve 2005’te de Dünya Kıtalararası Ağırsıklet Boks Şampiyonu unvanını aldı. 1.92 metre boyunda, 112 kilogram ağırlığa sahip. Doğayı ve hayvanları çok seviyor.

KEMAL DERVİŞ
BM’de bir Derviş
Ekonomist. Türkiye, Kemal Derviş’i 52’nci dönem koalisyon hükümetinde Bülent Ecevit’in dışarıdan atadığı ‘Ekonomi Bakanı’ olarak tanıdı. Türkiye’nin kriz günlerinde bel bağladığı ‘Dünya Bankalı Derviş’, bir sonraki seçimlerde CHP’den İstanbul Milletvekili oldu. 2005’-te milletvekilliğinden istifa eden Kemal Derviş, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın önerisiyle Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanlığı’na getirildi. Derviş’in görev süresi Ağustos 2009’da sona erecek.

FERZAN ÖZPETEK
İtalyanların da gururu
Yönetmen. 1976’da, Roma’daki La Sapienza Üniversitesi’nde sinema tarihi öğrenimi almak üzere İtalya’ya gitti. İlk filmi ‘Hamam’, uluslararası alanda başarı sağladı. İtalya, İngiltere, Fransa, İskandinavya, Almanya, Hollanda, Japonya, Türkiye ve ABD’de gösterildi. İkinci filmi ‘Harem Suare’ oldu. Film, 1999’da Cannes Film Festivali’nin Selection Officielle kategorisine seçildi ve gösterildiği tüm Avrupa ülkelerinde önemli gişe başarıları elde etti. Başarılarıyla İtalyanların da gururu oldu. ‘Hamam’, ‘Harem Suare’, ‘Cahil Periler’, ‘Karşı Pencere’, ‘Kutsal Yürek’ ve ‘Bir Ömür Yetmez’ adlı filmlerinin hem yönetmenliğini yapan hem senaryosunu yazan Ferzan Özpetek, sayısız ödülün sahibi.

GÖKŞİN SİPAHİOĞLU
‘Büyük Türk’ün Fransızcası
Foto muhabiri. Gökşin Sipahioğlu, 25 milyon görsel malzemeye sahip fotoğraf ajansı SIPA’yı kuran Türk foto muhabiri olarak adını duyurdu. 1961’de patlak veren füze krizi sırasında Küba’ya girmeyi başaran ve röportajlar yapan tek Batılı gazeteci olması, 1968’de Paris olaylarını yansıttığı fotoğrafları, Çekoslovakya ve Arnavutluk’ta meydana gelen olaylar hakkındaki haber ve fotoğraflarıyla ün yaptı. Fransızlar tarafından Grand Turc (Büyük Türk) olarak anıldı. 2007’de Chevalier de la Legion d’Honneur nişanına sahip oldu. Aynı zamanda Efes Pilsen Basketbol Takımı’nın da kurucusu.

MURAD SEZER
Yas tutan fotoğrafa Pulitzer
Foto muhabiri. 2005’te Pulitzer Ödülleri’ni kazananlar arasında bir Türk vardı. Amerikan Associated Press (AP) ajansının foto muhabiri Murad Sezer, Irak’ın Felluce kentinde çektiği, ölmüş arkadaşlarının başında yas tutan Amerikan deniz piyadeleri fotoğrafıyla Pulitzer Ödülü’nü kazandı. Kosova, İsrail-Filistin, Afganistan ve Irak’ın da bulunduğu çatışma ve savaş alanlarında fotoğraflar çeken Sezer, ödül alan fotoğrafını Felluce’deki ilk kuşatma sırasında ‘iliştirilmiş muhabir’ olarak çalışırken çekmişti.

ORHAN PAMUK
Nobelli ilk Türk
Yazar. Orhan Pamuk, 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak Nobel alan ilk Türk vatandaşı ve bu ödülü alan en genç iki kişiden biri oldu. Kitapları 46 dile çevrildi ve 100’ü aşkın ülkede yayımlandı. 2005’te Prospect dergisi tarafından dünyanın 100 entelektüeli arasında gösterildi. 2006’daysa Time Dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçildi. Dünyanın en iyi post-modern romancıları arasında sayılan Orhan Pamuk’un, ‘Benim Adım Kırmızı’, ‘Beyaz Kale’, ‘Cevdet Bey ve Oğulları’, ‘Gizli Yüz’, ‘Kar’, ‘Kara Kitap’, ‘Öteki Renkler’, ‘Sessiz Ev’, ‘Yeni Hayat’ adlı eserleri bulunuyor.

SEMİH SAYGINER
Literatürde 40 vuruşu var
Bilardocu. Dünya bilardo camiasında ‘Mr. Magic’ ve ‘Turkish Prince’ lakaplarıyla anılıyor. Bilardo ustası Saygıner, 1994’te ilk kez Dünya Kupası’nı kazandı. Saygıner’in bu başarısı sayesinde, Türkiye’de bilardo, federasyonu olan bir spor haline geldi. Saygıner, 1996-1997 arasında Türkiye Bilardo Federasyonu Başkanlığı da yaptı. Dokuz yıl profesyonel olarak Hollanda Ligi’nde oynadı. Üç yıl FC Porto bilardo takımının kaptanlığını yaptı. Uluslararası turnuvalarda iki dünya rekoru kırdı. Bilardo literatürüne geçen 40 vuruşu var.

RIFAT ÖZBEK
Modanın ‘Türk lokumu’
Moda tasarımcısı. Rıfat Özbek’in ilk başarısı Londra Central Saint Martins College of Art and Design’ın mezuniyet defilesinde tasarladığı şapkalardı. Yeni mezunun tasarımları İngiliz basınında büyük yer buldu. 1984’te kendi markasını kurdu. İlk koleksiyonunu ailesinin Londra’daki evinin salonunda yaptığı defile ile tanıttı. Sonuç, muhteşemdi. İkinci ve üçüncü koleksiyonunda ay-yıldız desenini kullanmaya başladı. Kısa süre içinde Madonna’dan Prenses Diana’ya, Cher’den Janet Jackson’a birçok ünlüyü giydirdi. İngiliz basını başarısını ‘Turkish Delight’ başlıkları ile taçlandırdı. 1988 ve 1993’te İngiltere’de ‘Yılın Tasarımcısı’ seçildi. Modanın Oscar’ı kabul edilen ‘La Kore Oscar della Moda 2006’ ödüllerinde ‘Bir İtalyan markasına ait en iyi yabancı stilist’ seçildi.

GALATASARAY
Süper Cimbom
Futbol takımı. Galatasaray, kulüpler düzeyinde Türkiye’nin en büyük başarısını 2000’de UEFA Kupası’nı kazanarak yakaladı. 1999-2000 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde üçüncü olarak UEFA’ya katılmaya hak kazandı. Sırasıyla, İtalyan Bologna, Alman Borussia Dortmund, İspanyol Real Mallorca, İngiliz Leeds United ve İngiliz Arsenal’i yenerek şampiyon oldu. Takım aynı yıl, Real Madrid’i de 2-1’lik skorla geçerek Avrupa Süper Kupası’nı kazandı.

AHMET LOKURLU
Güneş enerjili klimanın mucidi
Mühendis. Güneş’ten soğutma enerjisi yaratarak dünyanın ilgisini çeken Dr. Ahmet Lokurlu, enerjide yeni bir kaynak yarattı. Çevreye sıfır zarar veren buluşuyla Lokurlu, 2005’te Çevre Oscar’ı olarak bilinen Global 100 Eco-Tech Ödülü’nü ve Avrupa Güneş Enerjisi Ödülü’nü aldı. 2007’de Alman Yatırım Kuruluşları Topluluğu tarafından ‘2007'nin En Etkili Teknolojik Yeniliği’ ödülüne layık görüldü. Time dergisinin ‘Heroes of the Environment’ (Çevre Kahramanları) özel sayısında seçilen 14 işadamı ve girişimciden biri oldu.

BETÜL GÖZEL ULUSAL
Fareye yüz nakli yaptı
Tıp doktoru. Betül Gözel Ulusal, 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nde, eşine ancak bilimkurgu filmlerinde rastlanan bir operasyona imza attı. Ulusal, canlı farelerde yüz naklini başardı ve bu alanda bir çığır açtı. Ardından ortopedi cerrahı olan eşiyle birlikte Tayvan’da fareden fareye damar, sinir ve saç derisini naklederek, ölü bir insandan yaşayan insana yüz naklinin önünü açtı. Dr. Betül Gözel Ulusal, Tayvan’a gitmeden önce Sağlık Bakanlığı’ndan ücretsiz izin almak istedi, ancak bu izin verilmeyince istifa etmek zorunda kaldı.

SEMİH SAYGINER
Literatürde 40 vuruşu var
Bilardocu. Dünya bilardo camiasında ‘Mr. Magic’ ve ‘Turkish Prince’ lakaplarıyla anılıyor. Bilardo ustası Saygıner, 1994’te ilk kez Dünya Kupası’nı kazandı. Saygıner’in bu başarısı sayesinde, Türkiye’de bilardo, federasyonu olan bir spor haline geldi. Saygıner, 1996-1997 arasında Türkiye Bilardo Federasyonu Başkanlığı da yaptı. Dokuz yıl profesyonel olarak Hollanda Ligi’nde oynadı. Üç yıl FC Porto bilardo takımının kaptanlığını yaptı. Uluslararası turnuvalarda iki dünya rekoru kırdı. Bilardo literatürüne geçen 40 vuruşu var.

RIFAT ÖZBEK
Modanın ‘Türk lokumu’
Moda tasarımcısı. Rıfat Özbek’in ilk başarısı Londra Central Saint Martins College of Art and Design’ın mezuniyet defilesinde tasarladığı şapkalardı. Yeni mezunun tasarımları İngiliz basınında büyük yer buldu. 1984’te kendi markasını kurdu. İlk koleksiyonunu ailesinin Londra’daki evinin salonunda yaptığı defile ile tanıttı. Sonuç, muhteşemdi. İkinci ve üçüncü koleksiyonunda ay-yıldız desenini kullanmaya başladı. Kısa süre içinde Madonna’dan Prenses Diana’ya, Cher’den Janet Jackson’a birçok ünlüyü giydirdi. İngiliz basını başarısını ‘Turkish Delight’ başlıkları ile taçlandırdı. 1988 ve 1993’te İngiltere’de ‘Yılın Tasarımcısı’ seçildi. Modanın Oscar’ı kabul edilen ‘La Kore Oscar della Moda 2006’ ödüllerinde ‘Bir İtalyan markasına ait en iyi yabancı stilist’ seçildi.

SERRA YILMAZ
Herkesin sevgilisi
Oyuncu. Sanat hayatına İstanbul Şehir Tiyatroları’nda başladı. Sinemaya ‘Şekerpare’ filmiyle merhaba dedi. Yönetmen Ferzan Özpetek’in filmlerinin vazgeçilmez yardımcı kadın oyuncusu olan Yılmaz, İtalyan ve dünya sinemasında tanınan bir sanatçı. Ne var ki bu başarısı Papa 16’ncı Benedict’in ziyaretinde çeviri yaptığı sırada, Başbakan Erdoğan’ın, Yılmaz’dan, “O tiyatrocu kadın” diyerek söz etmesine engel değildi! Fransa’nın Palmes Académiques nişanıyla şövalyelik unvanına ve İtalya’nın Ordine della Stella della Solidarieta nişanına sahip.

4- MEHMET ÖZ
Yarının küresel lideri
Tıp doktoru. Harvard Üniversitesi’nden mezun oldu. Kalp alanında dünyanın sayılı tıpçıları arasına girdi. Kalp nakli, minimal girişimsel kalp cerrahisi ve sağlık kontrolü üzerine araştırmaları var. Kardiyovasküler cerrahide robot programını ilk uygulayan doktor oldu. 1999 Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda ‘Yarının Küresel Lideri’ seçildi. 350’nin üstünde orijinal yayına, kitaba, makaleye ve birçok patente sahip.

NEJAT VEZİROĞLU
Hidrojen babası
Bilim insanı. Miami Üniversitesi Temiz Enerji Araştırma Enstitüsü Direktörü. Uluslararası Hidrojen Enerjisi Birliği Onursal Başkanı. 1982’de ‘Sovyetler Birliği Kurçatof Ödülü’, 1986’da ‘İnsanlık İçin Enerji Ödülü’, 2001’de ‘Ukrayna Donetsk Devlet Üniversitesi’nden fahri doktora aldı. 2000’de Nobel’e aday gösterildi. Hidrojen enerji sisteminin fikir babası. Bu sistemin uygulanması halinde dünya, fosil yakıtların yarattığı kirlenmeden çok büyük oranda kurtulacak.

HAN TÜMERTEKİN
Mimarların hanı
Mimar. Han Tümertekin’in, Bilsar Tekstil’in sahipleri için tasarladığı B2 adlı kır evi, Ağa Han Mimarlık Ödülleri’nin 9’uncu Dönem Mimarlık Ödülü’nü kazandı. Tümertekin’in beş projesi Harvard University Press tarafından ‘Recent Works’ adıyla kitaplaştırıldı. Uluslararası jürilere dâhil olup Şam’dan Zagreb’e birçok yerde konferanslar veriyor. Rem Koolhas, Herzog &Meuron gibi ünlü mimarlarla ortak projeler yürütüyor. Tümertekin, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk enerji santralı olan İstanbul’da Haliç Silahtarağa Elektrik Santrali’ni enerji müzesine dönüştürmek üzere çalışıyor.

ÖZGÜR ŞAHİN
Sayesinde atomu gördük
Bilim insanı. Özgür Şahin, 2004’te atomları flu şekilde gösteren mikroskopların aksine, ayrıntılı ve açık görüntü sağlayan atomik kuvvet mikroskobunu buldu. Bu sayede ABD’de lisansüstü ve doktora öğrencileri düzeyinde düzenlenen icat yarışmasında, en büyük ödülü aldı. Ayrıca 50 bin dolarla ödüllendirildi. Halen Harvard Üniversitesi Rowland Enstitüsü’nde görev yapıyor.

BAHRİ TANRIKULU
Dövüş sanatçısı
Tekvandocu. Kariyerinde birçok başarı bulunan Bahri Tanrıkulu, geçen yıl Çin’in başkenti Pekin’de düzenlenen Dünya Tekvando Şampiyonası’nda erkekler 84 kiloda Dünya Şampiyonu oldu. Ancak Tanrıkulu’nun Dünya Şampiyonluğu’ndan önceki başarılarını gözden geçirmekte de fayda var: 2004 Yaz Olimpiyatları’nda ikinci, 2000’de Yunanistan’da yapılan Avrupa Şampiyonası’nda birinci, Kore’de yapılan Kore Turnuvası’nda birinci, 2001 Dünya Şampiyonu, 2002 Avrupa Şampiyonu ve Dünya Kupası ikincisi oldu. Tanrıkulu, spor hayatına halen İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da devam ediyor.

HİDAYET TÜRKOĞLU
NBA’deki ilk Türk
Basketbolcu. 29 yaşındaki Hidayet Türkoğlu, NBA takımı Orlando Magic’te forvet pozisyonunda görev yaparak potaya imzasını attı. Efes Pilsen’de basketbola başlayarak yıldızlaşan Hidayet Türkoğlu, NBA’de oynayan Türkiye doğumlu ilk basketbolcu. Efes Pilsen’de pek çok başarı kazandıktan sonra 2000’de NBA Draft’ında Sacramento Kings tarafından 16’ncı sıradan seçildi. Türkoğlu, 2008 sezonunda NBA’de en çok gelişme kaydeden oyuncu oldu. 10 yaşında basketbol oynamaya başlayan Türkoğlu’nun boyu 2.08 metre.

YAŞAR KEMAL
Romanları 40 dile çevrildi
Yazar. Yaşar Kemal, Anadolu’nun binlerce yıllık kültüründen beslenerek yazdığı büyük ve modern romanlarla, dünyanın dört bir yanında tanındı. Yazdıkları, Doğu ile Batı arasında köklü bir kültürün ve verimli bir coğrafyanın yarattığı, çağlar ötesi gür ses olarak algılandı. Yazarın ‘İnce Memed’ adlı romanı, yaklaşık 40 dilde yayımlandı. Diğer romanları da çok sayıda yabancı dile çevrildi, kitaplarının yurtdışındaki baskısı 140’tan fazla oldu, pek çok ödül aldı. Uluslararası bir üne sahip Yaşar Kemal, ilgili kurum ve kişilerce Nobel Edebiyat Ödülü’ne de aday gösterildi.

MÜNCİ KALAYOĞLU
Domuz karaciğeriyle insan yaşattı
Tıp doktoru. 1963’te Ankara Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Karaciğer nakline getirdiği yeniliklerle dünya tıp tarihine imzasını attı. Kalayoğlu, 20 saat koruduğu karaciğeri bir hastaya nakletti. 17 yaşındaki bir genç kızı, insan karaciğeri bulununcaya kadar domuz karaciğeriyle dört gün yaşattı ve daha sonra karaciğer nakliyle hayata döndürdü. Kalayoğlu, 45 binin üzerinde ameliyat yaptı. 1700 civarında organ nakletti. Bugüne dek hakemli bilim dergilerinde 182 makale yazdı. Türk American Doctors Association of Midwest (TADAM) tarafından 2006’da ‘Hayat Boyu Başarı Ödülü’ne layık görüldü.

SADUN BORO
Dünyayı dolaşan ilk Türk denizci
Denizci. 1928’de İstanbul’da doğan Sadun Boro, Caddebostan kıyılarında büyüdü. Denizciliğe sandalla başladı. 1952’de bir İngiliz ile birlikte Ling adlı 11 metrelik yelkenliyle, Amerika’ya altı ay süren, ilk açık deniz Atlantik seyahatini yaptı. 1963’te kendi yelkenlisi Kısmet’i yaptı. 1965’te eşiyle birlikte 10.5 metrelik Kısmet yelkenlisi ile dünya seyahatine çıktı. Seyahat üç yılda tamamlandı. Seyahat sırasında bir kızları oldu. Dünya seyahatinin anılarını ‘Pupa Yelken’ adlı bir kitapta topladı.

TARKAN
Kültürel ihraç ürünü
Şarkıcı. İlk albümü ‘Yine Sensiz’ 1992’de piyasaya çıktı. ‘Kıl Oldum Abi’ adlı şarkısı ilk hiti oldu. Bu albüm 900 bin sattı. 1994’te ‘Aacayipsin’, 1997’de ‘Ölürüm Sana’, 2001’de ‘Karma’, 2003’te ‘Dudu’, 2006’da ‘Come Closer’, 2007’de ‘Metamorfoz’ adlı albümlerini piyasa sürdü. Bunlar dışında, İngilizce ve Türkçe pek çok single yayımladı. ABD’de yayımlanan Washington Post Gazetesi, Tarkan’ı, ‘Türkiye’nin kültürel ihraç ürünü’ olarak tanıttı. ‘Dudu’, Rusya’da bir milyon satış rakamına ulaştı ve en iyi yabancı şarkı ödülünü aldı.

KENAN SOFUOĞLU
En hızlı Türk
Motosiklet yarışçısı. 1996’da motor sporları ile tanıştı. 2002’de Almanya’ya yerleşti. Aynı yıl Yamaha-Cup’ı kazandı. 2003’te Supersport-IDM’de ikinci oldu. 2007’de Supersport Dünya Şampiyonluğu’nu sezonun bitimine üç yarış kala ilan etti. Aynı yıl, bir sezonda en fazla yarış kazanan pilot oldu. Sofuoğlu, 2008’de Süper Bike Şampiyonası’na geçti. Sofuoğlu, halen bu kategoride yarışıyor.

Tempo Dergisi 'nden alıntıdır..

24 Haziran 2008 Salı

SPOR : Türkler nasıl yenilir geyikleri...


Milliler'in Euro 2008'de gerçekleştirdiği mucizeler, dünyada gündemi belirliyor... İnternette Türklerin nasıl alt edileceği fikirleri dolaşıyor...

Türk Milli Takımı Hırvatistan’ı da devirince, Almanları ciddi bir ’telaş’ sardı. Bu telaş, internet ortamındaki sohbet sitelerinde hararetli tartışmalar ve ’geyiklerde’ de şakayla karışık kendini hissettiriyor.

Şu sıralarda sohbet odalarında, ’Çılgın Türkler’in nasıl yenilebileceği konusunda sayısız geyik dönüyor. Kimi Alman, ’Hakem dahil kimse saat takmasın’, kimi ’Türkiye 2 gol yemişse, top ’kare’ olanla değiştirilsin" diyor...
Türkiye’nin Avrupa Şampiyonası’nda yarattığı ’Çılgın Türkler’ efsanesi, yarı finalde rakibimiz olan Almanya’da futbolseverlerin bir numaralı gündem konusu.

Almanya çapında internetteki ’chat (sohbet)’ siteleri, "Çılgın Türkler’e karşı maç nasıl kazanılır?" sorusu ve verilen absürd cevaplarla dolu. İşte çeşitli internet siteleri ve chat odalarında geçen ’Çılgın Türkler’ geyiğinden bazı örnekler:

Türklere karşı kazanmak isteyen takım kesinlikle ilk golü atmamalı.

Türkiye’ye rakip olan takım öne geçerse, gol sonrası Türk takımının santra yapmasına vakit kalmamalı.

Türkiye maçlarında oyun süresi 90 dakika olmamalı.

Hakemlerin kollarındaki dışında, tüm statta saatler kaldırılmalı. Antrenör, teknik heyet ve seyircilere maç süresince saat kullanma yasağı konmalı.

UEFA kural değişikliğine giderek, bir takımın iki golü arasında en az bir dakika geçmesi gerektiğine dair yeni bir kural uygulamalı.

A, N ve S’ye özel yasak

Üç değişiklik hakkını kullanmış takımların kalecilerinin kırmızı kart görmesi halinde başka bir oyuncuyu kaleye koyması yasaklanmalı.

Adı ’A’, ’N’ veya ’S’ (Arda, Nihat ve Semih’i kastediyorlar) ile başlayan Türk futbolculara, maçın son dakikasında rakip ceza alana girme yasağı konmalı.

Türk takımının kalesi elastik direklerden yapılmalı.

Statlara Türk seyirci alınmamalı.

Türkiye UEFA’dan çıkarılıp, başka bir kıtanın futbol federasyonuna dahil edilmeli.

Maçın son iki dakikasında Türkiye’ye karşı oynayan takım en az 2-0 önde ise, yuvarlak değil, kare şeklindeki bir top ile oynama kuralı getirilmeli.

Türklerin hepsi Che Guevara gibi

AYNI şekilde, Alman internet sitelerinde, Türkiye’nin neden bu kadar başarılı olduğuna dair geyikler de var. Bunların bir kaç örneği de şöyle:

Türk futbolcuların hepsi solcu. Efsane devrimci Che Guevara’nın "Gerçekci olalım, imkansızı isteyelim" prensibini ilke edinmişler.

Futbolda gol yemeden, gol atmanın mümkün olduğuna inanmıyorlar.

Ayaklarıyla değil kalpleriyle oynuyorlar.

Maç boyunca oynamadıkları için, son dakikalarda rakiplerine göre çok daha enerjili ve dinamik oluyorlar.

"Avrupa’ya dahil değilsiniz" diyen siyasetçilere Avrupa kupasını alarak cevap vermek istiyorlar.

Hiç bir futbolcularının sabit pozisyonu yok. Hepsi heryerde oynabiliyor; hatta santrforu kaleye geçebiliyor. (Kırmızı kart gören Volkan yerine Tuncay’ın geçmesini kastediyorlar.)





Hırvatistan Maçından İlginç bir kare...
Hakemler Tarafsız maç yönetirler diye biliriz ama...

Bu ne teselli, Bu ne samimiyet...!!!


(İnterNetDen)

21 Haziran 2008 Cumartesi

GENEL : Limit Sizsiniz... (Sezen Aksu)

Mümin Sekman 'ın "Limit Sizsiniz" adlı kitabındaki
SEZEN AKSU anlatımı...


(Fotografa tıklayarak büyütebilirsiniz.)

GENEL : Rezidansa ahır koyabilir miyiz. !!!

Rezidansa ahır koyabilir miyiz

Tarih: 18 Haziran 2008 Kaynak: Yeni Şafak Yazan: Gökhan Yılmaz www.arkitera.com
Önce işgalci sayıldıkları bölgede hak sahibi oldular, sonra da bir firmayla anlaşıp rezidans sahibi oluyorlar. Şişli'ye bağlı Ayazağa Köyü'ndeki Kazdal ailesi yapılacak rezidansa bir de ahır istiyor.

Bir tarafı İstanbul'un en gözde yaşam merkezlerinin olduğu 'Mashattan' olarak adlandırılan gökdelen semti Maslak, diğer tarafı, köy yaşamının sürdüğü Ayazağa. Askeri arazide kalan gecekonduların sahipleri, yıllardır verdikleri hukuk mücadelesini kazanmanın ardından Ağaoğlu İnşaat şirketiyle, arazilerine rezidans yapımı için anlaştılar.

1940'ta Ayazağa'daki 26 bin metrekarelik askeri araziye yerleşen Kazdal, Coşkun ve Bozkurt aileleri, önce arazinin mülkiyetini, ardından da lüks konut ve ticaret merkezi yapımını sağlayacak imar planını Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nden geçirmeyi başardı.

Arazinin mülkiyetini elde edebilmek için anlaştıkları Ağaoğlu İnşaat firmasından aldıkları 10,5 milyon YTL ile oturdukları arazinin mülkiyetini kazanan gecekonducular, işgalci sayılırken bir anda İstanbul'un en değerli arazilerinden birine sahip oldu.

%25 pay ailelere
Ağaoğlu ile arazilerine yapılacak konutların yüzde 25'ini almak üzere anlaşan gecekonducular, toplamda bin konutluk büyük bir yaşam sitesi ve ticaret merkezinden pay alacak. Gecekondu sakini Muharrem Kazdal, “Bizi bu büyük rakamlar ilgilendirmiyor. Konutlarda da gözümüz yok. Konutu satıp buradaki rahatımı sürdüreceğim başka bir yere gideceğim” diyor.

Rezidansta ahır projesi
İstanbul'un en değerli arazilerinden biri haline gelen topraklarından kopmak istemeyen Rizeli Kazdal Ailesi'nin fertleri, bugün hâlâ geçimlerini tarım ve hayvancılıktan sağlıyor. Maslak'ın dev kulelerinin göründüğü tarlalasında çapa yapan Hamide Kazdal, “Yeni yapılacak konutlar 20 katlı olacakmış. Ben 5 veya 6. katından daire isterim. Arkadan ona bir de merdiven yaptım mı, koyunumu tavuğumu rahatça besleyecek bir ahırım da olur” diyor.

“Yeni konutlarda hayatta yapamam. Biz burada rahatız” diyen 49 yaşındaki Adem Kazdal üzgün. 18 yaşındaki Halil Kazdal ise sülale olarak aynı yerde yaşayan aile fertlerinin yeni konutların yapılmasıyla dağılacağından dolayı projeye karşı çıkıyor.

Asker araziden vazgeçmişti
Şişli Ayazağa Hadım Koru mevkiine ilk gecekondu, 1940'lı yıllarda yapıldı. 75 gecekondu bulunan arazinin de içinde olduğu 320 bin metrekarelik alan, 1969'da 3. Kolordu Komutanlığı'na tahsis edildi. Arazide, gecekonduların yanısıra bir de mezarlık bulunuyor. Tahsis tarihinden bu yana 'işgalcilerle' askeriye arasında birçok temas kuruldu. Kolordu Komutanlığı'ndan önce araziye yerleştiklerini savunan gecekonducular hak talebinde bulundu. Gecekondu sahipleri 2001 yılında birleşerek S.S. Yeşil Maslak Koru Konut Yapı Kooperatifi'ni kurdu ve çalışmaları sonuç verdi. Milli Savunma Bakanlığı, 31 Mart 2006'da arazi üzerindeki askerî tahsisi kaldırdı. 14 Mayıs 2007'de İstanbul Defterdarlığı'nca yapılan ihaleyi 10,5 milyon YTL ile kazanan kooperatif, mücadelesinde mutlu sona ulaştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 13 Haziran'daki toplantısında 26 bin metrekare büyüklüğündeki araziye 65 bin metrekare konut ve ticaret merkezi yapabilme hakkını tanıyan plan geçti.

(Buradan Alıntıdır.)

GENEL : En pahalı "Yeşil Ev"

Tarih: 17 Haziran 2008 Kaynak: NTVMSNBC www.arkitera.com


İngiltere’de inşa edilen “çevreci ev” 7.2 milyon pound karşılığında satıldı. Dünyanın en pahalı evlerinden biri olan bina “Orkide Ev” adını taşıyor.

Bir zamanlar kullanılmayan çakıl taşlarıyla dolu olan arazinin yerinde şimdi Orkide Ev ve onu çevreleyen doğal zenginlik yeralıyor.

Orkide Ev, kendi tükettiği enerjiyi kendi üretiyor. Üstelik de tükettiğinden daha fazlasını üretiyor! İşin sırrı “Jeotermal enerji”de... Orkide Ev dizayn edilerken bulunduğu bölgedeki doğal zenginliklerden ilham alındı. Evin oturma odası dubalar üzerinde gölde yüzüyor. Evi satın alan yatırımcı adının açıklanmasını istemiyor. Ancak söylentilere göre “eğlence” sektöründe çalışıyor.

(Buradan Alıntıdır.)

20 Mayıs 2008 Salı

GENEL : ORGANİK TARIM Eski Tatları Arama Sevdası...

Başlık : Eski Tatları Arama Sevdasıyla ORGANİK TARIM

Yazar : Muavviz AYVAZ 18.Sayı (Nisan - Haziran 2008) Konu : Organik Tarım



Organik ürünlerin faydaları, zirai ilaçların zararları konusunda neredeyse konuşmadığımız gün yok gibi. Şikayetlerimizi bir bir sıralasak liste uzayıp gider. Kışın seralarda üretilen yazlık meyve sebzelerin doğal olmadığından, sebzelerin eski güzel tatlarının artık kalmadığından, üretimin hormon ile yapıldığından her zaman şikayet eder olduk. Bir çiftçi olan Ali Yener bey bile eski tatları arar olmuş. Köyde yaşamasına rağmen sentetik gübrelerin zararları, sebze-meyve tatlarının olması gerekenden farklı hale gelmesi onu yeni arayışlara itmiş.

Önceden de çiftçilik yapan Ali Bey “eski tatları aramak sevdası ile organik tarım işine girerek artık zirai ilaçları kullanmayacağım demiş bir gün ve organik tarım yapmaya başlamış. Kendisi, 2000 yılından beri organik fındık, bal ve kivi üretimi yapıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk sertfikalı organik kivi üreticisi. Ürünlerini Şişli Feriköy organik ürün pazarında, Bursa’da ve internet üzerinden satıyor. Üretimini Zonguldak, Alaplı Ilçesi, Bölücek köyünde, 300 dönümlük arazide gerçekleştiriyor. Türkiye’de 2006 yılına kadar organik kivi üretilmediğini söylüyor. Ilk organik soya fasülyesini de Ali Bey üretmiş. O yüzden kat edeceğimiz çok yol var diyor. Kendisine biraz da organik bal dan bahseder misiniz diyoruz.

“Organik arıcılık bitkisel üretimden daha zor. Öncelikle kovanlar boyasız olmalı. Arılar balmumunu kendisi yapmalı. Arı bitini öldürmek için organik menşeli formik asit kullanılıyor. Arı biti bir parazit olduğundan arının kanını emiyor. Bit arının yavrularına önceden nüfuz ederek, yavrunun sakat doğumuna neden oluyor. Arılar kanatsız, ayaksız doğuyor. Sakat doğan tüm yavrular kovandan dışarı atıldığından, geriden yeni nesil gelmiyor. O yüzden önemli bir hastalıkla bile doğal bir ilaçla başa çıkmak zorundasınız organik arıcılıkta.”

Organik arıcılık yapılan sahanın özelliği ise yarı çapı 3 km olan bir alanda zirai ilaçlı tarım (konvansiyonel) yapılmaması imiş. “Bu alanları bulmak oldukça zor” diyor Ali bey. Yılda yaklaşık 2 ton organik kestane balı üretiyor. Ayrıca çilek, kiraz, elma ve nar üretimi için sertifika alma çalışmalarının olduğunu söylüyor. Organik fındık üretiminin ise yılda yaklaşık 4 ton olduğunu belirtiyor. “Biz çevre için bir şeyler yapacak isek kırsal bölgelerden başlamalıyız. Kirlenme kırsal dan başlıyor” diyor Ali Yener bey ve ekliyor. “Organik tarım konusunda elimden gelen her türlü yardımı yapmaya hazırım. Ne dersiniz artık eski tatlı meyve-sebzeleri yeme zamanımız gelmedi mi?”

( Buradan CopyPaste/KopyalaYapıştır Yapılmıştır.)


GENEL : GDO Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar...

Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar


Yazar : Yrd.Doc.Dr.Rıdvan KETE Sayı : 8.sayı (Ekim - Aralık 2005) Konu : Kimyasal

İnsan yaşamının geleceği bir ölçüde biyolojik konular hakkında bilinçlenmeye ve duyarlılığa dayanmaktadır. Gelecekte insanların günümüzden daha rahat, sağlıklı, uzun ömürlü yaşayabilmeleri için çevre imkanlarını teknoloji ile geliştirmesi gerekmektedir. Böylece biyoteknoloji ortaya çıkmaktadır.

Bir mal veya hizmet üretmek için canlı organizmalardan yararlanma teknolojisi “Biyoteknoloji” olarak tanımlanmaktadır. Yoğurt, peynir, sirke üretimi biyoteknolojinin insanlık tarihinde ilk adımlarıdır.

21. yüzyıldaki gen teknolojisi gelişmeleri biyoteknolojinin günümüzde insan yaşamının her alanını doğrudan veya dolaylı şekilde etkilediğini göstermektedir.

Neden Genetik Yapı Değiştiriliyor?

Çeşitli araştırmacılar tarafından; ürünlerde verimliliği sağlama, böceklere karşı dayanıklılık oluşturma veya piyasada uzun süre dayanıklılığı arttırma amacıyla biyoteknolojiden faydalanıldığı belirtilmektedir. Fakat ekonomik yönden getiri sağlamak temel faktör olarak görülmektedir. Bu amaçla özellikle domates, patates, mısır, kavun, soya, pamuk gibi bitkilerde genetik değişiklikler yapılmaktadır. Bu teknoloji laboratuvarla endüstriyel üretime geçişi hızlandırmıştır.

Genetik değişikliğe uğratılmış (gen aktarılmış) mikroorganizmalar, bitkiler, hayvanlar, klonlanmış canlılar gibi farklı ürünler toplumun kullanımına sunulmaktadır. Bu çalışmalarda biyogüvenlik koşullarını hiç aksatmadan doğaya ve topluma zarar vermeyecek bir biyoteknoloji gereklidir.

Bitkilerdeki gen sayısının insanlardan çok fazla olduğu bilinmektedir. Bu kadar çok genin kontrolunu sağlayan mükemmel bir gen dizilişi vardır. Bu düzenli sistem içine gen naklinin sistemi hangi noktalarda nasıl etkileyeceği meçhuldür.

Genetiği Değiştirilmiş Organizma Nedir?

Her canlının, kendine özgü gen dizilişlerinin oluşturduğu bir kalıtsal yapısı vardır. Canlı yaşamına ait bütün bilgiler genler şeklinde dizilerek DNA yapısında yer almaktadır. Gen teknolojisi ile DNA içine bir yabancı gen yerleştirilir. Bu bağlamda canlılara ait bu yapının gen dizilişinin, herhangi bir nedenle doğal yapısında bulunmayan başka karakter oluşturması şeklinde elde edilen canlı yapılara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar" (GDO) denilmektedir. Soya, mısır, patates gibi ürünlerin zararlılarına karşı, öldürücü genler nakledilerek ürün korunmaya çalışılmaktadır. Bu genler zehirli proteinler üretmektedir. Bunları yiyen böcekler ve kuşlar ölmektedir. Bu da ekolojik dengeyi olumsuz etkilemektedir.

Genetik Yapı Değişikliğinin Etkileri

Canavar gıdalar, Frankeştayn gıdalar olarak da isimlendirilen genetik yapısı değiştirilmiş ürünler Türkiye’de geniş çaplı pazar bulmaktadır. Yıldız Teknik Üniversitesinden Prof. Dr. Şeminur Topal bitkilerdeki genetik yapı değişikliğinin beslenme ile insan organizmasına aynen taşındığını belirtmektedir. Değişiklik geni genellikle antibiyotiğe dayanıklılık genine bağlanarak taşınmaktadır. Buna bağlı olarak Alzhaimer ve Deli Dana hastalığı artışının bu tip değişikliğe bağlı olduğu belirtilmektedir. Gen transferinin gerçekleşmesi, tanımlayıcı gen olarak antibiyotik direnç geni aracılığıyla kontrol edilmektedir. Aktarılacak gen, ilgili canlı DNA’sından alınıp, taşıyıcı aracılığı ile birlikte gene aktarılıyor. Böylece bu taşıyıcı mikroorganizmalara geçerek bu bakterilerin oluşturduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasını güçleştiriyor ve antibiyotiklere karşı insanda dirençsizlik meydana getiriyor. Bu ürünler antibiyotiklere karşı vücutta dayanıklılık oluşturuyor. Doğrudan alındığında insan ve hayvan bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşebiliyor. Böyle gıdalar besin olarak alındığında insan vücudunda allerjik etkilere neden olmaktadır.

ODTÜ’ den Doç. Dr. Candar Gürakan ve arkadaşlarının Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili Türkiye’ de yaptıkları araştırmalarda, ithal tohumlarla üretilen 28 domates örneğinden 22’sinde antibiyotiğe dirençli bakteri geni bulunduğu belirtilmektedir. Bu durum ülkemize gönderilen tohumlarda gen aktarımının yapıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Aynı araştırmacılar, değişik illerden alınan 5 mısır örneğinde antibiyotiğe dirençli gen yanında yabancı DNA’ lara da rastlandığını belirtmektedir. Yine, hayvan yemi olarak kullanılan mısırlarda daha güçlü Genetiği Değiştirilmiş Organizmalarla karşılaşılmıştır. Ülkemizde Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların özel alanlarda araştırma amaçlı üretildiği ve kontrol edildiği iddia edilse bile, rüzgarlar, arılar ve böceklerin etkisiyle bu özel bitkilere ait polenler geleneksel üretimlere taşınabilmektedir. Bu şekilde genetiği değiştirilmiş ürünler, insan ve hayvanların besin kaynağı olarak kullanılmaktadır. Antibiyotiklere karşı dayanıklı olan bu ürünler insan ve hayvanlarda toksik veya allerjik etkiler oluşturmaktadır. Günümüzde allerjik astıma bağlı solunum yetmezliğinin sık görülmesi dikkatleri çekmektedir. Aynı şekilde otoimmün hastalık olan romatizmal hastalıkların yaygın olması veya tükenmiş bağışıklığın, kanserin temel nedenlerinden biri olduğu düşünülürse, bu hastalıkların güncel ve sık rastlanılması dikkatleri GDO üzerine çekmektedir.

GDO’lu tohumlarla üretilen mahsüllerin ertesi yıl tohumluk olarak kullanılamaması nedeniyle bu ürünlere bağımlılığın getireceği, ekonomik bir yük söz konusudur.

ABD’de 1998 yılında 8.5 milyon hektar alanda genleri değiştirilmiş soya fasulyesi yetiştirildiği düşünülürse, acaba bunlar nerede pazarlanmaktadır.

Günümüzde mısır, domates, soya fasulyesi, patates, kavun gibi gıdaları yemekten korkuyoruz.

Acaba meyvelerin dışı başka içi başka mı olacak!. Korkuyoruz, aldığımız karpuzun içi kavun, portakalın içi limon, kayısının içi incir, kivinin içi mandalin çıkacak diye.

Ne Yapmalıyız?

1. Yerli tohumdan üretilen gıdalar tercih edilmeli.

2. Şekil bozukluğu olan ve normalden iri meyve ve sebzeleri almamalıyız.

3. Ülkemizde Biyo-güvenlik kurulu oluşturulmalı ve işlerlik kazandırılmalıdır.

4. GDO ürünlerini ülkemize girişi yasaklanmalı veya kontrol altına alınmalıdır.

5. Ithal edilmiş GDO’ lu ürünler etiketlenmeli ve ambalajlarında mutlaka belirtilmelidir.

6. Kaçak tohum girişi önlenmelidir

7. Özellikle GDO’ lu ürünlerden olan, ithal soya, mısır, pirinç ve ürünlerine karşı çok duyarlı olmalıyız.

* Yrd. Doç. Dr., ridvan.kete@deu.edu.tr

Kaynaklar

1. Şahin, Ş,. (2004), "Bitkilerde Gen Nakli", Gezgin, Sayı: 5, s: 030-033, TŞOF Plaka Matbaacılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.
2. Ackerman, J., (2002), "Gıdalar Nasıl Değişiyor?.", National Geographic Dergisi, Mayıs, s: 97-114. 3. Uslu, F., Kete, R., (2003), "Transgenik Ürünler.", Ekoloji-Çevre Magazin Dergisi, s: 33-35, Izmir.

( Buradan CopyPaste/KopyalaYapıştır Yapılmıştır. )

16 Mayıs 2008 Cuma

GENEL : Nükleer enerji _ Fırsat mı, tehdit mi ?

Çetrefilli karakteri yüzünden nükleer meselesinin, artıları ve eksileriyle Türkiye gündeminde tartışılması ve uzlaşılarak bir karar verilmesi gerekiyor. Ülke içerisindeki nükleer taraftarlarının ve nükleer karşıtlarının ezberlerini bozması, ülke geleceği için en sağlıklı kararın verilebilmesi için bir müzakere sürecinin başlatılması şart.

Nükleer enerji meselesinin griliği: 9 Kasım 2007’de yasalaşan 5710 sayılı ‘Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ve Enerji Satış’ adlı kanun uyarınca eylüle kadar tekliflerin değerlendirilmeye alınacağı, 24 Mart 2008’de Enerji Bakanı Hilmi Güler tarafından açıklandı ve Türkiye’nin nükleer enerji yolculuğunda yeni bir sürece geçildi. Gerek finansal boyutu gerek teknolojik potansiyelinden ötürü, nükleer enerji üretim projesi 85 yıllık Cumhuriyet tarihimizin en stratejik ekonomik yatırımlarından biri sayılabilir. Gündemimizin, demokrasi ve laiklik ekseninde sıkışmış siyasi tartışmalar yüzünden epey yoğun olduğu şu günlerde, ülkemiz insanının ve ekonomisinin geleceğini çok yakından ilgilendiren bu önemli meseleye kamuoyu tarafından gereken ehemmiyet maalesef verilmiyor.

Nükleer enerji tartışması Türkiye için yeni değil. 1958’de Atom Enerjisi Komisyonu toplantılarından itibaren ciddi manada tartışılan nükleer enerjinin yararları ve riskleri değişik çevrelerce çeşitli argümanlarla gündeme getirildi. 1976, 1983 ve 1999’daki nükleer enerji üretim tesisi kurma teşebbüsleri sonuç vermedi. Şimdi yeni bir teşebbüs başlatıldı. Fakat siyasal alanın griliği belki de kendini en çok nükleer enerji meselesinde su yüzüne çıkarıyor. Nükleer enerji üretimine popülist tavırlarla en baştan karşı çıkmak çok kolaycı, topyekûn savunmak da çok riskli bir yaklaşım. Bu konuyu iyice irdelememiz gerekiyor. Maalesef bugün nükleer reaktör inşasının Türkiye için faydaları ve zararları objektif olarak ele alınmıyor; meseleye birçok kişinin yaptığı şekilde takım tutar gibi bakmak da kamuoyuna yapıcı bir perspektif sunamıyor.

Nükleer yanlısı çevreler, nükleer enerjinin getireceği riskleri göz ardı ederek reaktör inşasını gözü kapalı savunurken, karşıt çevreler ütopik bir idealistlikle gerçekçilikten uzaklaşarak nükleer enerjiye topyekûn karşı çıkıyor. Bu süreçte iki tarafın da kalıplaşmış, belirli önyargıları aşamadığını, tarafların kimi zaman kulaktan dolma, kimi zamansa kasıtlı yanlış bilgilendirmelerle meseleyi kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz.

Türkiye’nin geleceği açısından çok stratejik olan meseleyi analiz ederken, konuya iki ana belirleyici unsur çerçevesinden yaklaşmalıyız. İlk belirtilmesi gereken, Türkiye’nin ve Türk ekonomisinin önümüzdeki 10 yıl içinde gerekli enerji yatırımlarını yapmadığı takdirde
2010 itibarıyla çok ciddi bir enerji sıkıntısı yaşayabileceği gerçeğidir. Bu olumsuz senaryonun gerçekleşmesini engellemek için ulusal enerji üretiminin artırılması, üretilen enerjinin verimli dağıtılması ve kullanılması, aynı zamanda da enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekiyor. Nükleer enerji, enerjide tehlike çanları çalmaya başlayan Türkiye’nin bu problemine çözüm getirebilecek potansiyele sahip.

İkinci belirleyici ana unsur ise nükleer enerjinin sıfır riskli bir enerji üretim metodu olmadığı, beraberinde önemli riskler de getirdiği gerçeğidir. Konunun salt siyah yahut beyaz olmadığını kavradıktan sonra ise bir müzakere ve diyalog yöntemiyle kararın bir oldu bittiye getirilmeden, toplumun ve bürokrasinin bütün kesimleri tarafından ciddi bir şekilde tartışılması, fayda-risk analizinin yapılması gerekiyor.

Nükleer enerjinin faydaları
Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden petrol ve doğalgazdaki (hidrokarbonlar) dış bağımlılık, gelecek nesillerin yaşamını ciddi şekilde tehdit eden küresel ısınma ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekliliği gibi etkenler, bize nükleer opsiyonunu ciddi şekilde ele almamızın şart olduğunu gösteriyor. Büyüyen ekonomisi, hızlı sanayileşmesi ve yükselen nüfusunun etkisiyle, Türkiye’nin toplam enerji ihtiyacı her sene ortalama yüzde 8 civarında artıyor. Bu artışı karşılayacak üretim kapasitesinin su anda çok uzağındayız. Türkiye`nin hidrokarbon kaynakları yok denecek kadar az. Her ne kadar son dönemde TPAO’nun Karadeniz Bölgesi’ndeki petrol arama çalışmaları umut verse de, henüz bu çalışmalardan somut bir kazanım elde etmek için çok erken. Rüzgâr, güneş,
hidro ve jeotermal başta olmak üzere yenilenebilir enerji alanında da coğrafi şartlarımız sayesinde ciddi avantajlarımız mevcut olsa da, bu metotlar topyekûn
enerji sorunumuzu çözmekten ziyade, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesinde önemli bir katkı unsuru sağlayacaktır.

Bu zorluklar karşısında nükleer sürdürülebilir bir enerji üretim metodu olarak karşımızda beliriyor. En son teknolojiyle donatılmış bir nükleer reaktör ve dikkatli tesis yönetimi ile uzun vadede istikrarlı elektrik üretimi gerçekleştirebilir ve küresel hidrokarbon fiyat şoklarından etkilenmeden ülkenin artmakta olan elektrik tüketiminin önemli bölümü karşılanabilir. Petrol ve doğalgaza bağımlılık ekonomimizi ciddi bir finansal risk altına sokuyor. Özellikle son dönemlerde yükselen petrol fiyatları neticesinde cari açık ve enflasyon başta olmak üzere ekonomik dengelerimizin ne kadar etkilendiği ortada. Nükleer enerji sağladığı bu fayda yüzünden, toplumdaki yaygın kanının aksine hâlâ dünyanın vazgeç(e)mediği bir enerji üretim metodu. 2008 itibarıyla dünyada 30 ülkede 441 işleyen nükleer reaktör mevcut ve bunlar dünya toplam enerji talebinin yüzde 17’sini karşılıyor. Son birkaç ayda İngiltere ve Fransa’da yeni nükleer reaktör inşaları gündeme geldi ve yasal düzenlemeler hazırlandı.
Nükleer enerji üretimi sadece enerji alanında değil, ulusal ekonominin diğer sektörlerinde de teknolojik gelişim açısından olumlu tetiklemeler yapabilecek potansiyele sahip. Türkiye’de nükleer sanayinin gelişmesi, tıp, bilişim, havacılık-uzay sanayii ve savunma sanayii gibi kritik alanlarda önemli katkılar sağlayacak, ülkenin yüksek katma değerli sektörlerinin gelişimi açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır. Bir diğer olumlu faktör ise ilerleyen teknoloji ve risk unsuru arasında ters orantının mevcut olması. Üçüncü nesil ve yakın gelecekte üretimine başlanacak olan dördüncü nesil nükleer teknolojiler öncekilerden çok daha güvenli. Daha önceki teşebbüslerin aksine, hükümetin çıkardığı 5710 sayılı kanun bağlamında, sadece en son ve ‘kanıtlanmış’ teknolojilerin nükleer yarışmada değerlendirilecek olması, riski azaltmada önemli bir katkı sunuyor. Bugünkü teknolojilerde Çernobil felaketi gibi, insan kaynaklı bir felaketin yaşanması gelişen otomasyon sistemi sayesinde çok daha küçük bir ihtimal.

Dünyada çevreci hareket de nükleer enerji konusunda tam ortadan ikiye bölünmüş durumda. Geçtiğimiz birkaç yılda dünyanın gündemine oturan küresel ısınma riskine karşı nükleer enerji etkili bir çözüm olarak görülüyor. Nükleer reaktörlerin düzgün kurulduğu, toksit atıkların düzgün bir şekilde yok edildiği ve ihtiyatlı işletildiği takdirde nükleer enerjinin çevreye hemen hemen hiç bir zararı yok. Bunları başarmak içinde hassasiyet ve disiplin gerekiyor. Bugün dünyadaki en önemli çevreci örgüt Greenpeace açık bir şekilde nükleer teknolojiye karşı çıkarken, Patrick Moore, James Lovelock ve Bruna Comby gibi yeşil hareketin önemli liderleri nükleer enerjiyi dünyayı küresel ısınmadan ve kirlenmeden kurtarabilecek bir enerji üretim metodu olarak değerlendiriyorlar. Bu süreçte dünyadaki nükleer karşıtı hareketin, istemeyerek de olsa bazen petrol lobisinin ekmeğine yağ sürdüğünün farkında olmalıyız. Nükleer enerjinin gelişmesi, petrol üreticisi ülkeler ve büyük petrol şirketleri için büyük bir tehlike olarak görülüyor.

Nükleer enerjinin riskleri
Yukarıda belirttiğimiz gibi sağlıklı bir sonuca varabilmek için meselenin olumsuz yanlarını da iyice irdelememiz gerekiyor. Nükleer reaktör kurmanın Türkiye için dört önemli risk faktörü var. Bunları teknik risk, terörist risk, doğal afet riski ve finansal risk olarak sıralayabiliriz. Teknik açıdan baktığımızda nükleer enerji üretiminin her aşaması kendine özgü riskler barındıran bir süreçtir. İnşasının, işletilmesinin ve atık depolamalarının herhangi bir kazaya mahal vermemesi amacıyla itinalı bir şekilde yapılması gerekiyor. Türkiye`nin bu alanda yetiştirdiği çok önemli bilim adamları olmasına rağmen, ilk etapta reaktör tecrübesi olan Türk yahut yabancı uzmanların inşa ve yönetim süreçlerinde yer alması gerekir.

Türkiye`nin yakından şahit olduğu Çernobil felaketi dünya üzerindeki en büyük nükleer felaket olarak tarihe geçti. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DTO) araştırmasına göre Çernobil felaketi akabinde dünyaya ABD`nin Hiroşima ve Nagazaki atom bombalamalarından tam 200 kat daha fazla radyasyon yayıldı. Teknik risk yeni teknolojiler kullanılırsa eskisi kadar çok değil. Fakat bu küçük ihtimalin gerçekleşmesi durumunda yaşanabilecek felaket çok büyük. Fakat şu anda bile halihazırda Türkiye`nin komşu ülkelerdeki üretim tesisleri nedeniyle önemli risk altında olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Örneğin, 1976 yılında üretime başlayan Ermenistan’daki ilk nesil eski Sovyet tipi Medzamor nükleer tesisi, Türkiye’yi ciddi ölçüde risk altına alıyor. Türkiye ve Azerbaycan’ın uluslararası teşkilatlara yaptığı itirazlara rağmen bugün Medzamor, Ermenistan’ın elektriğinin yüzde 40`ını üretmeye devam ediyor. Diğer bir komşumuz Bulgaristan’da da çalışmaya devam eden nükleer santraller mevcut. Yani 2008 yılı itibarıyla Türkiye halihazırda nükleerin bütün risklerine sahipken, potansiyel faydalarından kazanım sağlayamıyor.

Bir diğer ciddi risk faktörü ise tesislere yönelik terörist eylem olasılığı. Uzun yıllardır hem iç hem de dış kaynaklı terörizmin hemen her çeşidinden mustarip olan Türkiye’de, nükleer reaktörler ulusal ve küresel terör örgütlerinin başlıca hedefleri arasına girebilir. Bu senaryo ise Türkiye için tek kelimeyle kabus demektir. Türkiye’nin böyle bir riske hazır olup olmadığını çok iyi değerlendirmek gerekir. Eğer nükleer reaktör inşası Akkuyu ve daha sonra Sinop’ta gerçekleşirse, güvenlik kuvvetlerinin tesis yakınlarında ciddi bir tampon bölge oluşturma ihtiyacı ortaya çıkabilir. Üçüncü tehdit unsuru ise doğal afet riski. Türkiye doğal kaynaklı güvenlik tehditlerinden de nasibini almış, üzerinde yaşadığı coğrafya nedeniyle sürekli deprem tehdidi altında bir ülke. Son teknoloji nükleer santrallerinin yaklaşık dokuz şiddetindeki depremlere dayanabileceği söylense de, herhangi bir deprem anında küçük bir radyasyon kaçağının yaratabileceği felaket ciddi boyutlarda olabilir. Son olarak, meselenin finansal boyutu ise bir başka negatif etken. Nükleer santral kurulumunun ciddi bir sabit gideri olsa da, işletim masrafları hem üretici firmayla yapılan hazine taahhütlü satın alım anlaşmasına hem de yakıtın temin yöntemine bağlı olarak değişiyor. Reaktörün ömrünü doldurduktan sonra ortaya çıkacak söküm masrafları da bir başka negatif maddi unsur.

Karar sürecinde toplumsal uzlaşı gerekiyor
Sonuç olarak; çetrefilli karakteri yüzünden nükleer meselesinin, artıları ve eksileriyle Türkiye gündeminde tartışılması ve uzlaşılarak bir karar verilmesi gerekiyor. Ülke içerisindeki nükleer taraftarlarının ve nükleer karşıtlarının ezberlerini bozması, ülke geleceği için en sağlıklı kararın verilebilmesi için bir müzakere sürecinin başlatılması şart. Bugün üzerinde herkesin anlaşabileceği bir gerçek var ki o da Türkiye’nin enerji sorununa bir çözüm bulması gerekliliği. Bunu gerçekleştirmek için ise yenilenebilir enerji başta olmak üzere devletin özel sektörü yatırım için teşvik etmesi, petrol ve doğalgaza bağımlılığını azaltırken, diğer metotların da payının arttırılması gerekiyor. Hükümet dört sene önce bu eksende aldığı karar ile Türkiye’yi nükleer teknoloji ile tanıştırmayı amaçlıyor. Fakat, daha önceki teşebbüslerde olduğu gibi başarısızlıkla karşılaşılması da ihtimaller dahilinde. Bu sürecin başarıyla devam etmesi durumunda ise nükleer yarışma sürecinin liyakata dayalı olarak gerçekleşmesi, inşa ve elektrik üretim sürecinde toplumsal ve çevresel faktörlerin öncelikli olarak göz önüne alınması ülke güvenliği açısından olmazsa olmaz bir unsurdur.

Cenk Sidar :

Radikal 16.05.2008

Amerikan-Türk Konseyi, (ATC), Washington DC Enerji Programları Direktörü

15 Mayıs 2008 Perşembe

TARİH : Ege 'nin iki yakasından insan öyküleri... Lozan Ahali Mübadelesi ...(BBC 'den)

İki Kere Yabancı


Lozan Ahali Mübadelesi Sözleşmesi'nin imzalanmasının üzerinden 81 yıl geçti.

İKİ KERE YABANCI
Yayınlanan Programlar

30 Ocak 1923'de imzalanan Lozan Ahali Mübadelesi Sözleşmesi'nde "Türk topraklarında yaşayan Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren zorunlu olarak mübadelesine başlanması" kararlaştırılmıştı.

Sözleşme uyarınca mübadillerden hiçbiri Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye'ye, Yunan hükümetinin izni olmadıkça da Yunanistan'a dönüp yerleşemeyecekti.

Mübadele kapsamına, İstanbul'da oturan Rumlarla, Batı Trakya'da oturan Müslümanlar alınmadı.

Aslında iki ülke arasındaki nüfus hareketleri, 1923 sözleşmesinden çok önce başlamıştı. İki tarafta da, savaşın başlaması ve o güne kadar varolan iyi komşuluk ilişkilerinin tehdit altına girmesiyle birlikte, büyük sayılarda göçler ve kaçışlar başgösteriyordu.

Girit'ten Ayvalık ve diğer Ege limanlarına, Ayvalık'tan Midilli'ye kaçışlar ve düzenli göçler, zorunlu mübadeleden çok önce başlayan nüfus hareketlerinin en önemli örneklerinden biri.

Bu hareketlerin başlamasından 80 küsur yıl sonra Mübadele Sözleşmesi'ni yeniden sorguladık, irdeledik.

BBC Türkçe Yayın Bölümünden Ayça Abakan, "İki Kere Yabancı" dizimiz için, İzmir, İstanbul, Ayvalık, Selanik ve çevresindeki kasabalarda, birinci, ikinci ve üçüncü kuşak mübadil ve muhacirlerle söyleşti, uzmanlar, araştırmacılar ve tarihçilerle geçen yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan bu zorunlu insan göçünü değerlendirdi.

(Bölüm 1 'den başlayarak dinleyebilirsiniz.)

(Buradan KopyalaYapıştır/CopyPaste yapılmıştır.)


Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi almak için :

www.lozanmubadilleri.org.tr



13 Mayıs 2008 Salı

OTOMOTİV : Trafikte Hayat Kurtaran Teknikler...

TRAFİKTE HAYAT KURTARAN TEKNİKLER

Otomobil kullanırken meydana gelebilecek ciddi olaylara karşı uyulması gereken basit teknikler hayat kurtarıyor.
Otomobil kullanmanın inceliklerini anlatan uzmanlar, yüksek hızla seyreden araçlarda ön camın kırılması, lastiğin patlaması ve araçta yangın çıkması gibi ciddi tehlike yaratan durumlarda sürücünün soğukkanlı davranmasını öneriyor.

CAM KIRILMASI
Uzmanlar, özellikle süratli hareket eden araçlarda ön camın kırılması halinde, sürücülerin nasıl hareket etmesi gerektiğiyle ilgili olarak şunları öneriyor:
"Aynalardan yararlanarak aracınızı yolun sağ tarafına park edin. Flaşörleri açın ve dikkatlice dışarı çıkın. Aracın cama yakın olan kalorifer ve havalandırma deliklerine gazete kağıdı veya bez parçası koyarak, cam parçacıklarının bu kısımlara düşmelerini önleyin. Sonra krikonun arka kısmı ile camı içeriden dışarı doğru kırın. Cam lastiğini dikkatlice çıkarıp temizledikten sonra, yeniden kullanılabileceği için bagaja koyun. Gazete kağıdına birikmiş cam parçalarını bir naylon torba içine koyun ve en yakın çöp bidonuna atın. Öylece en yakın cam tamircisine kadar gidin."

LASTİK PATLADIĞINDA
Patlayan, arka lastiklerden biriyse, arabanın arkasının sağa veya sola doğru kaymaya başlayacağını belirten uzmanlar, ön lastiklerden biri patlamışsa, mümkün olduğu kadar fren yapmamaya çalışılması gerektiğini bildiriyor. Ön lastiklerden biri patladığı zaman, aracın, lastiğin patladığı yöne doğru kuvvetlice çekildiğini vurgulayan uzmanlar, bu durumda direksiyonla, aracın düz bir doğrultuda tutulmaya çalışılması ve yavaş frenleme ile durmasının sağlanması gerektiğini kaydediyor.
Uzmanlar ayrıca, taşmış dereler, nehirler veya büyük su birikintilerinin içinden geçerken, aracın hızının kesilmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Mütevazı bir aile otomobilinin, 25-30 santimlik su birikintisinden geçebilecek yetenekte olduğunu söyleyen uzmanlar, bu noktanın üstüne su geldiği takdirde, su damlacıklarını kuvvetli bir sprey gibi motorun üstüne püskürdüğünü, bu su bombardımanının da, bujilerin ve distribütörün ıslanmasına sebep olarak aracın stop etmesine yol açtığını belirtiyor.

ARAÇLARDA YANGIN
Araçlardaki yangının önüne geçilmezse, büyük bir facianın meydana gelebileceği uyarısında bulunan uzmanlar, buharlaşmış benzinin tutuşarak deponun alev almasına sebep olduğunu bildiriyor. Bir süre sonra da aracın infilak edebileceğini kaydeden uzmanlar, "Araçta duman tespit edildiği an araç durdurulmalı. Sonra anahtar üzerinde kontak kapatılmalı. Direksiyonun kilitlenmemesine dikkat edilmeli. Aksi halde, gerektiği takdirde aracın itilmesi mümkün olmaz. Bütün yolcular dikkatlice dışarı alınmalı. Motor kaputu kısmi olarak açılmalı. Böylece alevlerin büyümesi önlenmiş olur. İmkan varsa akü kutup başı sökülmeli. Yangın söndürücü varsa kullanılmalı, yoksa, battaniye veya oto kılıfından yararlanılmalı. Bu örtüler, alevlerin oksijen alıp büyümesini önleyecektir" tavsiyesinde bulunuyor.

KAYMA ESNASINDA
Uzmanlar, aracıyla yokuş çıkarken geriye doğru kaymaya başlayan sürücülere de şu önerilerde bulunuyor:
"Ayağınızı yavaş yavaş gaz pedalından çekin ve zemine tutunma sağlanınca yavaş yavaş tekrar basın. Kayarken savrulmayı engellemek için direksiyonunuzu kayma yönüne doğru çevirin, kesinlikle tekerleklerin kızaklamasına sebep olacak şekilde frene basmayın. Unutmayın, dönmeyen ön tekerleklere yön verilemez. Eğer kızakladıysanız, hemen fren basıncını azaltın ve tekerleklerin dönmesini sağlayın ama, sakın ayağınızı frenden tam olarak çekmeyin (ABS varsa sonuna kadar basmak gereklidir). Gaza gereğinden fazla basmışsanız ayağınızı gazdan çekin, frene çok bastıysanız frendeki basıncı azaltın, direksiyonu sert şekilde çevirmişseniz direksiyonu yumuşatın, ayağınızı debriyajdan sert çekmişseniz tekrar debriyaja basın."


TRAFİKTE HAYATTA KALMAK İÇİN


Otonuzu kullanırken yaptığınız iş, hayatınızın en önemli işidir.
Otonuzun mekanik viteslerini kullanmadan önce beyninizi vitese takın.
Bir probleme girmemek, problemi çözmeye çalışmaktan çok daha kolaydır.
Trafik canavarlarla dolu bir arena değil, yaşamın büyük bir bölümünün zorunlu olarak geçirildiği çok riskli bir ortaklıktır. Trafiği paylaşan ortakların risklerini, ülke gerçeklerini en iyi değerlendiren sürücünün yaşam şansı çok daha yüksektir. Bir motorlu araçta en önemli faktör sürücüdür; otolar kendi kendilerine hiç bir şey yapmazlar, onlara yanlışı ve doğruyu yaptıran sürücülerdir.
Bir otoda sürücüden sonra en önemli faktör lastiklerdir. Lastikler yol ile olan yaşam bağınızdır. En güçlü motor ve en iyi fren sistemi ile donatılmış yüksek teknoloji ürünü bir otoda bile ancak iyi lastikler ile güvenli sürüş yapılabilir. Orta büyüklükte bir otonun bir lastiğinin yere bastığı alan, bir avuç içi büyüklüğündedir.
Lastiklerle ilgili yapılan yanlışlar yaşamlarla ödenir. Yere sağlam ve doğru basın. Otolar lastiklerin üzerinde değil, lastiğin içindeki havanın üzerinde gider. İnik lastik, ayağa bol gelen ayakkabıya benzer, değil koşmak yürümek bile olanaksızdır. Sıcak havada, yağmurda ve karda lastik havaları indirilmez. Karlı yol yüzeylerinde geniş lastik değil, dar lastik daha iyi tutunma sağlar.
Görün ve görülün. Camlar, aynalar ve ışık donanımını temiz tutun. Kısa farlarınızı gündüzleri de yakın. Unutmayın en ölümcül kazalar gündüzleri güneşli günlerde ve düz yol kesimlerinde oluşur.
Trafik 360 derecedir. Her görmediğiniz santimetre karenin arkasında bir tehlike gizlenir. Onun için aynalarınızı her 10 saniyede bir kontrol edin.
Şerit değiştirirken başınızı sağ veya sol arkaya çevirip ölü noktayı kontrol edin.
Direksiyon tek elle kullanılmaz.Tek elle ayakkabınızın bağcığını bağlayamayacağınız gibi. Direksiyonu her zaman iki elle ve saatin 09 -15 pozisyonunda tutun.
Yalnızca etkin fren hayat kurtarır. En iyi fren dönerek yavaşlayan tekerleklerle yapılır. Dönmeyen, kızaklayan ön tekerleklere yön verilemez, dönen ön tekerleklere yön verilir.
Otolar kendi kendilerine kaymazlar. Onları kaydıran sürücülerdir.
Gidilen yol kesimine göre yapılan aşırı hız, amaca uygun olmayan eski veya inik havalı lastikler, gereğinden fazla gaz, gereğinden fazla fren, gereğinden fazla direksiyon hareketi ve ani kompresyon (vites küçültmelerde debriyaj pedalını ani bırakma) sürücü kaynaklı kayma hareketini başlatan faktörlerdir.
Emniyet kemerini her zaman, her yerde ve tüm yolcularınıza taktırın.
Sarı ışıkta hareket etmeyin, kırmızı ışıkta geçen kamyon ilk olarak size çarpar.
Hoşgörü ve akılcılığı siz başlatın. Her isteyene yol verin. Birisine yol vermek en çok 5 saniyenizi alır. Bir günde 50 kez yol verseniz 250 saniye eder. Bu da 5 dakikanın altında bir zamandır. Hem trafiğe saygı ve hoşgörü katmış, hem de sinirlenmeden, gülümseyerek araç kullanmış olursunuz.
Doğru bilgi, tehlikeleri tanımak ve motorlu taşıtı daha iyi kullanmayı öğrenerek, beceriyi sağduyu ve saygı ile uygulamak, sürücülerin trafikteki tek yaşam şansıdır.

YANLIŞ BİLİNEN DOĞRULAR
Usta sürücü, düştüğü problemden kazasız sıyrılmayı bilir!
Yanlış! Çünkü usta sürücü probleme girmeyen sürücüdür. Karşısına çıkabilecek her türlü tehlikeyi önceden görebilir, ona göre tedbirini önceden alır. Problemlerle uğraşmaz.

Otobanda tamam ama şehir içinde emniyet kemeri takılmayabilir!
Yanlış! Emniyet kemeri hayat kurtaran en önemli güvenlik gerecidir. 50 km/s hızda meydana gelen bir çarpışmada otonun içindekiler emniyet kemeri takmadıkları takdirde, 4 katlı bir binadan aşağı düşmeyle eşit şok yaşar.

Arkada oturanlar için emniyet kemeri takmak gereksizdir!
Yanlış! Motorlu araçlar bir yere çarptığında hemen durur, ancak içindeki yolcular aynı hızla bir yere çarpana kadar ilerlemeye devam eder. Arkada oturanların da yaşam haklarını kullanmaları ve emniyet kemerlerini takmaları gerekir. Her ne kadar henüz kanunen zorunlu olmasa da, yolcuların güvenliği için geliştirilmiş olan arka
emniyet kemerleri de hayat kurtarır. Kazalarda en çok zararı emniyet kemeri bağlı olmayan yolcular görmektedir.


Lastik havalarını düşük tutarsak, hem daha iyi tutunur, hem de daha konforlu olur!
Yanlış! Lastik havalarının, aracın fabrika değerinin altında olmaması gerekir. Hatta yüke ve yolcu sayısına göre artırılmalıdır. Çünkü hava basıncı düşük lastiğin tabanı yere yayılarak daha iyi tutunma sağlamaz. Aksine tabanın ortası yukarı kalkar ve yol ile teması kesilir. Havası düşük lastiklerin yalnız omuz kısımları yere basar.
Lastik hava basıncı düşükken; kayma hareketleri çok daha düşük hızlarda başlar, fren mesafesi uzar, direksiyon hareketlerine daha geç cevap alınır. Belki daha konforlu sürüş yaparsınız ama, konforlu şekilde yoldan çıkabilir, konforlu şekilde çarpabilirsiniz!

Sıcak havada, lastiğin ısınmasını dengelemek için lastik havaları indirilir!
Yanlış! Lastiğin ısınmasının en büyük nedeni havanın sıcak olması değil, lastik hava basıncının düşük olması nedeniyle lastik yanaklarının daha fazla esnemesidir.

Yağmurda inik lastik daha az kayar!
Yanlış! Hava basıncı düşük lastikte su boşaltma kanalları kapandığı için yağmur suyunu çok daha az boşaltır. Hatta boşaltamaz ve su üzerine çıkma ve su yastığı üzerinde kayma (aquaplanning) çok daha düşük hızlarda başlar.

Direksiyon saate göre 10'u çeyrek geçe tutulur!
Yanlış! Direksiyon saate göre 9'u çeyrek geçe (9.15) tutulur. Bu pozisyon, acil bir durumda her iki yöne eşit miktarda direksiyonu çevirebileceğiniz tek pozisyondur.

En iyi koltuk pozisyonu, sürücünün en rahat ettiği pozisyondur.
Yanlış! Sürücünün doğru koltuk pozisyonu öncelikle otomobile hakim olabileceği ne çok uzak, ne de çok yakın bir pozisyondur. Koltuk mümkün olduğunca dik olmalıdır. Direksiyon 9-15 pozisyonundayken kollar dümdüz olmamalıdır. İdeal dirsek açısı 120 ile 135 derece civarındadır. Evimizde TV seyrettiğimiz koltuk pozisyonu çok rahat olabilir, ama bu pozisyonda otomobile ve trafiğe hakim olabilmek çok zordur.


Motorlu araçlar lastiğin üzerinde gider!
Yanlış! Motorlu araçlar lastiğin içindeki havanın üzerinde gider. Eğer lastiğin içinde hava yoksa hiçbir yere gidemezsiniz. Doğru lastik havası, ayağınızdaki ayakkabı numarası gibidir. Ayağınızı sıkan veya bol gelen bir ayakkabıyla nasıl yürüyemezseniz, otomobilin yol tutuşu da aynı şekilde bozulur.

Ani frenlerde önce frene basıp, durmaya yakın debriyaja basarsak, motor
kompresyonundan faydalanıp daha kısa mesafede dururuz!

Yanlış! En etkin yavaşlama frenle debriyaja aynı anda basılarak yapılır. Böylece fren sırasında motor devre dışı bırakılarak, motorun aracı ileri götürme kuvveti yok edilir.

ABS (Antiblokaj Fren Sistemi) mekanik frene göre çok daha kısa mesafede
durdurur!

Yanlış! ABS fren sistemi olan bir araç tekerleklerin kızaklamasını önler ve fren sırasında manevra yapılabilmesini sağlar. Ancak, daha kısa mesafede durdurmaz, daha güvenli şekilde fren yapılmasını sağlar.

Mekanik freni olan bir otomobilde fren pedalını pompalayarak daha kısa mesafede durulabilir!
Yanlış! Pompalamak için ayak fren pedalı üzerinden her çekildiğinde, aracın ileri hareketi devam eder ve durma mesafesi uzar. Doğrusu; panik frende fren pedalı üzerindeki basıncı azaltarak lastiğin dönmesini sağlamaktır. Ancak ayak fren pedalından kaldırılmamalı ve fren yapmaya devam edilmelidir.

Doğru takip mesafesi hızın yarısıdır!
Yanlış! Bu yöntem kullanışlı olmamakla birlikte, hata payı yüksektir. İdeal takip mesafesi (kuru havada) 2 saniye arkadan takip etmektir. Yağışlı havalarda veya yük durumunda bu süre 3-4 saniyeye çıkarılmalıdır.

Dörtlü ikaz (flaşör) tünele girince yakılır!
Yanlış! Dörtlü ikaz sadece trafiğe tehlike yarattığınız durumlarda yakılır. Yani olası bir kaza veya arıza halinde. Tünelde kısa farların açık olması yeterlidir.

Gündüz kısa farları yakmak trafiktekilerin gözünü alır!
Yanlış! Gündüz kısa far yakmak, daha erken fark edilmenizi ve size tehlike yaratacak olan kişilere kendinizi daha erken göstermenizi sağlar. Gece yakılan kısa farlar gözümüzü daha çok alır. Sadece kapalı ve yağışlı havalarda değil, güneşli havalarda ve hızlı yol kesimlerinde de kısa farların açılması kendi sürüş güvenliğiniz için önemlidir.

Çocukları uyarmak için korna çalınır!
Yanlış! Çocukları uyarmak için korna çalınmaz!
Korna onların paniğe kapılıp beklenmedik bir reaksiyon vermelerine yol açar. En iyisi iyice yavaşlamak ve gerekirse durmaktır.

Yoğun siste en iyi gitme yöntemi dörtlü ikazları yakmaktır!
Yanlış! Yoğun siste en iyi gitme yöntemi hiç gitmemektir. Çünkü siste daha iyi gören sürücü yoktur, daha çok risk alan sürücü vardır. Görüş mesafesi yeterliyse siste sarı camlı gözlükler kullanmak, sis lambalarını ve kısa farları yakmak, silecekleri çalıştırmak, yerin kayganlaştığını dikkate almak, takip mesafesini
artırmak ve sollama yapmamak daha güvenli yol almanıza yardımcı olur.
Unutmayın!
Hayatınız boyunca ölümlü bir trafik kazası geçirme olasılığınız % 33' tür. Bu oran Rus ruletinde bile %17'dir.
Lütfen, trafikte araç kullanmanın bir yaşam işi olduğunu hiçbir zaman
aklınızdan çıkarmayın.

PERİYODİK BAKIMLAR:
Günlük, haftalık, aylık bakım ve kontroller Üretici firma tarafından verilen
kullanma kılavuzuna göre her araca belirli bir km veya süre dolunca bakım
uygulanır. Periyodik bakım ve kontroller firmadan firmaya değişmekle beraber genellikle 10-15 bin km aralığında yapılır.
Yetkili servislerde uygulanan bakımların dışında; sürücünün kendi kendine yapması önerilen bazı kontroller de var. İşte bunlardan birkaçı:

GÜNLÜK KONTROLLER:
Sabahları araca binmeden önce

· Lastiklerin havasının kontrolü

· Aracın park edildiği yerde yağ veya sıvı izleri olup olmadığının kontrolü

· Kış mevsiminde donmuş olabileceği düşünülerek sileceklerin cama yapışıp yapışmadığının elle kontrolü

· Kontak açıldıktan sonra göstergede bulunan ikaz lambalarının kontrolü

· Yola çıkmadan önce ışıklandırma (farlar, sinyaller, fren lambaları vs.) kontrolü

HAFTALIK KONTROLLER

· Sıvı seviyelerinin gözle kontrolü (radyatör genleşme kabı üzerindeki max işareti, silecek sıvısı)

· Motor yağ seviye kontrolü

· Hidrolik yağ seviye kontrolü

· Özellikle ağaç altına park edilen araçlarda, motor kaputunun, havalandırma mazgallarının yaprak ve yabancı maddelerden arındırılması ve su tahliye deliklerinin gerekirse temizlenmesi

· Silecek lastiklerinin ıslak bir bez ile temizlenmesi

AYLIK KONTROLLER

· Boya üzerinde çizik veya taş yaraları kontrolü (derin çiziklere servis müdahalesi gerekir)

· Emniyet kemerlerinin nemli sabunlu bez ile tozdan arındırılması

· Yıkama esnasında özellikle jantların balata tozundan ve yabancı maddelerden arındırılması

· Araç üzerinde olabilecek sanayi artıkları, kuş pisliği veya ağaçlardan dökülen reçine türü yapışkan veya agresif çevre etkenlerinin temizlenmesi

· Yapılan km' ye göre lastiklerin detaylı gözle kontrolü (diş derinlikleri, yaralanma veya yarılma izleri)

· Araç iç temizliği, var ise deri koltukların kullanım kitabında belirtildiği üzere temizliği

ANTİFİRİZ SUYUN DONMASINI NASIL ÖNLÜYOR?


Arabamızın motoru arabayı yürütecek gücü sağlarken bir yandan da ısı üretir. Motor bloğu içinde devamlı dolaşan su ile motor soğutulur. Motordan aldığı ısı ile ısınan bu su da radyatörde havanın yardımıyla soğutulur.
Kapalı bir çevrimde ve ideal ısı dengelerinde devamlı oluşan bu olayın farkına biz ancak, herhangi bir arıza durumunda soğutma olayı yetersiz kaldığında, radyatörden buharlar çıktığında, yani bilinen tabiri ile arabamız hararet yaptığında varırız.
Kışın soğuk aylarında, hava sıcaklığı sıfırın altına düşünce, arabamız kapı önünde hareketsiz halde iken bu soğutma suyu da her su gibi donabilir. Donunca genişler ve yaptığı basınçla motor bloğunu çatlatabilir. Bu olayı önlemek için suyun içine, sıfırın çok altındaki derecelerde bile donmasına mani olacak 'anti-firiz' dediğimiz
sıvı ilave edilir.
Motorun soğutma suyunun içine ne oranda antifiriz konulacağını, o bölgede olabilecek en düşük hava sıcaklığı belirler. O zaman şöyle düşünülebilir. Tam emniyetli olması bakımından, soğutma suyunun yerine niçin tamamen antifiriz doldurmuyoruz? Antifiriz oranı yüzde yüzü bulunca sıcaklık ne kadar düşerse düşsün maksimum korunma sağlanmış olmaz mı?
Hayır, olmuyor. Mantıken ters gelebilir ama belirli orandan fazla konulan antifiriz bu sefer de tamamen ters tepki veriyor. Suya yüzde 50 oranında katılmış antifiriz -37 derecede donarken, antifirizin kendisi yani saf antifiriz -12 derecede donuyor.
Suyla karışabilen her şey onun sıfır derece olan donma noktasını düşürür. Yani donma derecesini düşürmek için suya toz şeker, şurup hatta aküdeki asit bile konulabilir. Hepsi de bir dereceye kadar aynı işlevi görür ancak hiçbiri diğer tehlikeli yan etkileri bakımından tavsiye edilmez.
İlk otomobillerde şeker ve balın antifiriz olarak kullanılmaları denendi, sonraları ise alkolde karar kılındı. Ancak bu sefer de alkolün kaynama noktası düşük olduğundan motor sıcakken sorun çıkardı. O halde ideal antifirizin donmayı önlemesi ama aynı zamanda da suyun kaynamasına sebep olmaması gerekiyordu. Günümü de bu amaçla 'etilen glikol' denilen renksiz kimyasal bir sıvı kullanılıyor.
Suyun içine katılan kimyasalların donmayı önleme özelliği, suyun ve buzun moleküler yapıları ve antifirizin bu yapılara olan etkisinden ileri geliyor. Bilindiği gibi tüm sıvılarda olduğu gibi suda da moleküller serbest ve düzensiz halde, katılarda (buzda) ise sabit ve düzgün bir yapıdadırlar. Su donarken önce moleküllerinin hareketleri yavaşlar sonra da düzgün ve sabit bir pozisyona gelirler yani kristalleşirler. İşte antifirizin buradaki rolü, moleküllerinin su
molekülleri ile birleşerek onların buz kristalleri oluşturmalarına mani
olmaktır.
Peki öyleyse ortada su yokken antifiriz kendi kendine niçin daha çabuk donuyor? Çünkü suya katıldığında antifirizin su moleküllerine yaptığını su da antifiriz moleküllerine yapar. Donmayı önlemek daha doğrusu geciktirmek iki taraflı çalışır, su da antifirizin donma derecesini düşürür. Sonuç olarak arabanın soğutma suyuna önerilenden fazla antifiriz konmasının hiçbir faydası yoktur aksine zararı vardır.

GÜVENLİ SÜRÜŞ İPUÇLARI


Kullandığınız aracın tipi ne olursa olsun, doğabilecek tehlike ve zararlardan uzak kalmak istiyoranız aşağıda sıralanan temel güvenlik stratejilerini dikkate almalısınız.

· İyi bir sürüş pozisyonu elde edin. Koltuğu, elinizi uzattığınızda bileğiniz direksiyonun en üst kısmına uzanacak konuma ayarlayın.

· Kafa koruyucuyu kafanızın tam arka kısmına gelecek fakat kafanıza değmeyecek biçimde ayarlayın.

· Direksiyonu simetrik olarak, saat 9 ve 3 konumlarında tutun. Böylelikle onu sağa ve sola daha çabuk ve tam istediğiniz kadar döndürebilirsiniz. Elinizi direksiyon simidinin tam üstünde tutarsanız, bir tehlike anında hava yastığı şişerse kolunuzu kırabilir ya da yüzünüze çarpabilir.

· Kontrol edin. Aracı hareket ettirmeden ve durdurmadan önce her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol edin.

· İniş sırasında dikkat! Özellikle taşıtın sol tarafındaki kapılar, olmak üzere taşıtın kapıları yoldan başka taşıt, bisikletli veya yaya gelmediğinden emin olunmadan açılmamalıdır.

· Pür dikkat! Araç kullanırken sürekli dikkatli olun ve genellikle sağ tarafa dikilmiş olan trafik işaretlerini asla gözden kaçırmayın! Ters yöndeki işaretleri arka tarafından yorumlamaya çalışmayın.

· Sürüş halinde iken araçtakilerle konuşmak durumunda olduğunuzda, gözünüzü yoldan ayırmayın. Kazaların çok görüldüğü bilinen yol ve kavşaklarda daha da dikkatli olun. Bu durumda alkolle ilgili yasak ve sınırlamaları tartışmak yararsızdır. Almanya'da alkol sınırı % 0.05'e indirilmiştir.

· Akışa uyun. Koşullar elverdiğince trafik akışına uyun. Aşırı hız farklılıkları tehlikeli olabilir.

· Hız limitlerine uyun. Kazaların çoğunun nedeni aşırı hız ve dikkatsizce yapılan hareketlerdir. Trafik işaret levhalarındaki hız sınırlarının, müsaade edilen maksimum hızlar olduğu ve ancak trafik, hava ve yol koşulları uygunsa uygulanabileceği unutulmamalıdır. Yol boş ve polis kontrolü yoksa bile hız sınırlarını aşmamaya özen gösterin. Seyahat >ettiğiniz yolların hız limitlerini samimi olarak bilin. Bunlar; şehir içi, şehir dışı ve otoyol hız limitleri olmak üzere, sadece üç tanedir. Aksi bir işaret bulunmadıkça bunlar geçerlidir.

· 6. vitesi kullanmayın. Yokuşları çıkabileceğinizi tahmin ettiğiniz vitesle inin. Yokuş aşağı inişlerde asla vitesi boşa almayın ve hızınızı artırmamaya özen gösterin. Aksi halde sürüş kontrolünü kaybedebilirsiniz.

· Çok yaklaşmayın. Şehirlerarası yollarda başka araçlara çok yaklaşmazsanız, onların yapacağı kazalara karışmamış olursunuz.

· Trafiği izleyin. Yolun ilerisine bakarak, herhangi bir probleme yaklaşmadan önce onu anlayın. Aynalarınıza da sık sık göz atın.

· Geçebilecek misiniz? Geçmek istediğiniz aracın hızından yeterince yüksek hızda iseniz geçiş yapabilirsiniz.

· Daha sonrasını düşünün. Muhtemel acil trafik durumlarını sürekli olarak düşünerek, kurtulma planları yapın.

· Sol şeritkolik olmayın. Sol şerit, hızlı sürüş şeridi değil geçiş şerididir. Geçişler dışında sol şeridi boşaltın. Hız yapanları yavaşlatmaya da çalışmayın. Bırakın polisliği polisler yapsın.

· Far yakın. Gece sürüşleri dışında, şehirlerarası yollarda, yağmurlu ve sisli havalarda gündüzleri de farlarınızı açık tutun. Bu daha iyi görülmenizi sağlayarak karşıdaki sürücülerin daha dikkatli olmalarını sağlayacaktır. Gece sürüşlerinde farlarınızın karşıdan gelen taşıtın sürücüsünün gözünü almaması için, geçiş süresince kısa far durumuna getirmeyi de unutmayın.

· Sinyal verin. Şerit değişimleri ve dönüşleriniz öncesinde sinyal vererek diğer sürücülere niyetinizi bildirin.

· Sola dönmek için bekleyin. Trafikte durup sola dönmek için beklerken, yol serbest hale gelinceye kadar tekerleklerinizi ileriye doğru düz tutun. Eğer tekerleklerinizi sola doğru kırarak beklerseniz, birisi size arkadan çarptığında sizi karşıdan gelen trafiğin önüne iter. Ayrıca, ilerinizde bir engel gördüğünüzde, hemen diğer şeride geçmeden önce o şeritteki trafiği kontrol edin ve onlara yol verin.

· Sağa dönüş Kırmızı ışıkta sağa dönüş yapılamaz. Sadece bazı kavşaklarda, dönüş için ayrı bir ışık bulunuyor ve yeşil yanıyorsa veya özel olarak dönüş yapılabileceği belirtilmişse, diğer yoldaki trafiğe dikkat edilerek dönüş yapılabilir.

· Girişlere yardımcı olun. Çok şeritli yollarda sağ şeritte ilerlerken, trafiğin elverdiği ölçüde ve geçici olarak bir iç şeride geçerek, sağdan giriş yapan araçlara güvenli ve düzgünce giriş yapabilmeleri için yardımcı olabilirsiniz.

· Doğru zamanda fren yapın. Dönüşlere gelmeden önce uygun hıza yavaşlayın. Dönüşün ortasında yapacağınız sert fren aracınızın dengesini bozar.

· ABS'yi deneyin. Aracınız kilitlenmeyi önleyici fren sistemiyle donatılmışsa, ilk kez karşılaştığınızda pedal titreşim ve gürültüleri sizi şaşırtabilir. Bu nedenle, ABS'nin nasıl hissedildiğini anlamak üzere, acil bir durumu beklemeden, yağmurlu bir günde kumlu, kaygan bir yol veya boş bir park alanı bularak, ABS'yi uyarmak üzere sert bir fren yapın.

· Araç kullanırken telefonu kullanmayın. Araştırmalara göre, araç kullanılırken yapılan telefon konuşmaları kaza riskini dört kat kadar artırmaktadır. Risk, "hands-off" veya kulaklıklı telefon kullanımında da aynıdır.

· Gece görüşünüzü koruyun. Yaklaşan farlara fazla bakmayın. Körleştiriyorsa, bakışınızı yolun sağ kenarına yoğunlaştırın.

· Uykunuzu alın. Uykulu iken araç kullanmayın. Gözleriniz bir noktada sabit kalıyorsa bu tehlike işaretidir. Bulduğunuz en yakın güvenli yerde sağa çekerek birkaç dakikalık bir şekerleme yapın.

· Güvenceye alın. Kısa süreli de olsa, aracınızı terk ederken güvenceye alın. Yani, düşük vitese takarak el frenini çekin, camları kapatarak kapıları kilitleyin. Eğer arabada sizden başka kimse yoksa, kredi kartıyla ödeme yapmaya giderken bile kapıları kilitleyin.

AMBULANSA DUYARLI OLUN OLMAYANLARI UYARIN !!!

¯ Ambulans siren sesine duyarsız bir milletiz biz..

¯ O ambulansın içinde bir gün canlarının olabileceğini düşünmüyor hiç kimse..

¯ Düşünen de ne yapacağını bilmiyor..

¯ Ambulans solda genelde.. Sağ şerittekiler aldırış bile etmiyorlar..

¯ Nasılsa kendi arkalarında değil..

¯ Oysa asıl iş, asıl can kurtarma işi sağdakilerin..

¯ Siren sesini duyar duymaz sağdaki duracak.. O durunca önünde bir boşluk oluşacak…

¯ Bu oluşan boşluğa da, ambulansın yolunu kesen soldaki araba kayacak. *Siren sesinin anlamı bu…

¯ Sağdaki dur, önünü boşalt. Soldaki bu boşluğa kay, yolumu aç!..

¯ Siren sesini duyduğunuzda sağdayken hiç, asıl durması gerekenin siz olduğunu düşündünüz mü?. Asıl görevin size düştüğünü!..
--
Trafik Kazaları Kader Değildir.

MAYADAP (Mağdur ve Mağdur Yakınları Dayanışma Platformu)


Kaynak: www.HastaneGuide.com

En Çok Okunanlar...

Fenerbaçe taraftarıyım...

FOTOGRAF

KARİKATÜR ve MİZAH

YARARLI BİLGİLER

OTOMOTİV

Ziyaretçilerim...

Beğendiğim Sözler...

"Şükretmek, yaşamımıza daha çok şey katmanın mutlak yollarından biridir"
Marci SHIMOFF

"Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım."

Necip Fazıl Kısakürek


"Dünya, Kötülük yapanlar yüzünden değil,
sayıları daha çok olduğu halde, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."
Albert Einstein.


Güneş; Işık ve Sıcağından yarar sağlamak için kendisine yalvarılmasını beklemez.
Sende güneş gibi ol, beklenen iyiliği senden istenmeden yap...
Epiktetos.



İnsan gülebildiği kadar insandır.
Moliere.


Hiç bir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma, geri dönmek isteyebilirsin.
Don Herald.


Unutma ki, ağzında bal olan Arı 'nın, kuyruğunda da iğnesi vardır..
John Lyly


Hayata değer bir yaşam,Sevmeye değer bir aşk, Dostluğa değer bir arkadaşlıktan asla vazgeçme.
Ne eksik ne fazlasını ara ve Seni üzenle asla uğraşma.
(Bilinmiyor)


Benim başarı konusunda bildiğim tek şey, Başarmak konusundaki kararlılıktır.
William Feather.


İnsan başkalarını aldatma alıştırmasını önce kendinde yapar.
Refik Halit Karay


Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Hz.Mevlana

30.11.2007 den itibaren...

***