"Benimle aynı düşüncede olmayan insan düşman değildir; Sadece benimle aynı düşüncede olmayan başka bir insandır." (Alıntı)

FİKİR KENTİ - Son Eklenenler ...

Hayat Dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayat Dersleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2008 Pazartesi

MİZAH : Arkan Sağlam mı ? :)))

'Denizli'de arastirma yapmak icin kamp kuran bir grup universite ogrencisi, kamp yakinina tuneyen bir Denizli horozunun sabahin erken saatlerinde yuksek sesle otmesinden cok rahatsiz olmuslar...
Sabahin korunde ortaya cikan horoz, once dikleniyor, sonra dakikalarca otuyormus...
Tabii ekipte ne uyku ne de huzur birakmiyormus.. .
Sonunda sabirlar tukenmis...
Susturmak icin baslamislar horozu kovalamaya.. . Horoz onde.. Gencler pesinde...
Mahalle arasina dalmislar... Kovalamacayi goren, fakat bir anlam veremeyen yasli dede, seslenmis:
- Hey, evlatlar!.. Bu zavalli horozu niye urkutuyorsunuz? ..
- Dede, sabahin korunde otmeye basliyor, kampi ayaga kaldiriyor. O yuzden basini kesecegiz!..
- Yaziktir evladim yapmayin!.. demis ihtiyar, birakin, ben onun sesini keserim, bir daha da rahatsiz etmez sizi...
Gencler bunun uzerine kovalamayi birakmislar.
Ertesi sabah, hafif 'gak - guk' sesleri disinda horozdan kayda deger hicbir ses cikmadigini gorunce de sasirip dedeye kosmuslar:
- Yahu dede, ne yaptin da bu horozun sesini kestin?..
Ihtiyar gulmus:
- Kicina zeytinyagi surdum. Horoz kabararak otmeye yeltendiginde, gerisi tutmuyor ki kuvvet alsin... Ancak 'gak - guk' edebiliyor.. .
Kissadan hisse:
Arkan saglamsa, istedigin kadar kabarir, diklenir, sozunu dinletirsin.
Arkan bir gevsemeye gorsun, ancak 'gak-guk' edersin...

(İnterNetDen)

21 Haziran 2008 Cumartesi

GENEL : Limit Sizsiniz... (Sezen Aksu)

Mümin Sekman 'ın "Limit Sizsiniz" adlı kitabındaki
SEZEN AKSU anlatımı...


(Fotografa tıklayarak büyütebilirsiniz.)

2 Mayıs 2008 Cuma

HAYAT OKULU : Müslüman kime denir, Nasıl bir insandır...?

En kısa ve öz tanımı ile bir müslüman, Allah'dan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna iman ve şehadet eden kişidir. Bu cihetle müslüman, sadece Allah'ın kelamı olan Kur'an-ı Kerim ile elçisinin sözleri ve amelleri doğrultusunda iman ve ibadet eder. Dinini iyi öğrenmiş ve anlamış bir Müslüman aşağıdaki gibidir:
  • Tokgözlü ve dürüsttür. Kimsenin ne parasında, ne malında gözü vardır.
  • Çalışkandır. Elini ve zihninin emeğinden başka kazanç bilmez.
  • Açıksözlü ve yüreklidir. Allah'tan başka hiçbir şey onu korkutamaz.
  • Yaşadığı ülkenin kanunlarına saygılıdır. Suç işlemez. İyi bir vatandaştır.
  • Alçakgönüllü ve güleryüzlüdür. Kibir nedir bilmez. Karşısındakine milliyeti, ırkı, dini, dili, rengi, inancı, kültürü, öğrenimi nedir diye düşünmeksizin, evvela bir insan olarak yaklaşır. Yardıma muhtaç birisi ile karşılaştığında, bu kişi bir dinsiz, bir kafir bile olsa, hiçbir şart ve karşılık aramaksızın kudreti dahilinde ona elini uzatır.
  • Müslüman olmayan insanları, dilinin döndüğü kadar imana davet eder. Onlara Allah'ın dininin güzelliklerini ve faziletini anlatmaya çalışır. Kimseye zorla birşey kabul ettirmeye kalkışmaz. Çünkü bunun mümkün olmadığını bilir. Güzellikle ve güleryüzle konuşur, haddini aşmadan nashihat ve tenbihde bulunur. Münakaşaya girmez.
  • Doğayı ve tüm canlıları sever, korur, onlarla barışık yaşar. Her canlının, tıpkı kendisi gibi, Allah'ın bir kulu olduğunun bilincindedir. Temizliğe çok önem verir, kendisini ve çevresini tertemiz tutar.
  • Uyanık ve araştırmacıdır. Mesela fen bilimlerine büyük bir merak ve saygı duyar. Allah'ın emirlerinin kainatta nasıl tecelli ettiğini anlamanın tek yolunun, müsbet fen bilimlerinin deney ve gözlemlerinden geçtiğini bilir. Günlük yaşantısında ve mesleğinde, tüm teknolojik yeniliklere açıktır.
  • İnsanlık ve düşünce tarihini öğrenmeye çalışır. Çeşitli medeniyetlerin, düşünce sistemlerinin, doğuş, yükseliş ve batışlarından ibret alır.
  • Dini bilgisini sürekli geliştirmeye çalışır. Bu konuda son derece dikkatli ve titizdir. Okuduklarını ve dinlediklerini Kur’an süzgecinden geçirmeden kabul etmez.
  • Asla sebepsiz yere cana kıymaz. Hele bir insanın canına kastetmeyi aklından bile geçirmez. Tek bir cana kastetmenin dahi, kainattaki tüm canlara kastetmekle aynı derecede büyük bir günah olduğunu bilir.
  • Barışsever ve uzlaşmacıdır. İnsanların, aralarındaki tüm sorunları barışçı görüşmeler ve anlaşmalar çerçevesinde çözebileceklerine inanır.

Bununla beraber müslüman, elbette eline vurulup ekmeği alınabilen, zalimden bir tokat yediğinde diğer yanağını dönen, aciz, çekingen, pasif ya da umursamaz bir insan değildir.
İmanına ve ibadetine engel konulmaya kalkıldığında yahut yurdundan sürülmek ya da kendi yurdunda esir gibi yaşamak tercihi ile karşı karşıya bırakıldığında, zorba tehditlere karşı kendini, gerekli gördüğü tüm yöntemlerle ve hayatı pahasına hiç tereddüt etmeden savunur!
Allah, tüm müslümanları böyle bir mecburiyette kalmaktan korusun.

Amin!

(İnterNetDen)

HAYAT OKULU : Bütün dünya buna bir inansa... (Ah bir İnansa.)

Su dunyadaki en mutlu kisi
Mutluluk verendir

Su dunyadaki sevilen kisi
Sevmeyi bilendir

Su dunyadaki en guclu kisi
Guclugu yenendir

Su dunyadaki en bilgin kisi
Kendini bilendir Su dunyadaki en olgun kisi
Aciya gulendir
Su dunyadaki en soylu kisi
Insafa gelendir

Su dunyadaki en zengin kisi
Gonul fethedendir

Su dunyadaki en ustun kisi
Insani sevendir

Butun dunya buna inansa bir inansa
Hayat bayram olsa

Insanlar el ele tutussa birlik olsa
Uzansak sonsuza!


Video :


(İnterNetDen)

VİDEO : Çocuk Görür... ve Çocuk Yapar...

Çocuk Ebeveynlerinden (Anne ve Babalarından) ne görürse onu yapar...
Tabii büyüdüğünde de...



(İnterNetDen)

HAYAT OKULU : Varren Buffet İlkeleri. (Dünyanın en zengin adamı)












Warren Edward Buffett
(d. 30 Ağustos 1930, Nebraska),

ABD'li ünlü iş adamı, hisse senedi yatırımcısı ve hayırseverdir. Berkshire Hathaway yatırım şirketinin sahibi ve Forbes Dergisi'nin "2008 Milyarderler Listesi"ne göre 62 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin insanıdır. 2006 Haziran ayında, yatırım şirketinin 10 milyon adet hissesini (yaklaşık 31 milyar dolar) Bill ve Melinda Gates Vakfı’na devrederek A.B.D.'de şimdiye kadar yapılmış en büyük bağışı gerçekleştirdi. Warren Edward Buffett, borsa simsarı Howard Buffett (sonraları kongre üyesi olan) ve Leila Buffett'ın üç çocuklarının ortancası olarak Omaha, Nebraska'da dünyaya geldi. Para konusunda inanılmaz yetenekli olan Buffett, daha altı yaşındayken büyükbabasının bakkal dükkanından satın aldığı 6'lı Coca-Cola şişelerinin, tanesini 5 cent kârla satarak, para kazanmaya başladı. 11 yaşındayken yüksek finans dünyasına adım attı ve babasının yanında çalışmaya başladı. İlk satın aldığı hisseleri, değer kazandıklarında sattı. Fakat sadece bikaç sene sonra bu hisselerin tavan yaptığını görünce; iyi şirketlere, uzun dönemli yatırım yapmak gerektiğinin önemini öğrendi. 1947'de liseden mezun olduğunda üniversiteye gitmeyi hiç düşünmeyen Buffett, babasının ısrarıyla Pennsylvania Üniversitesi'ne bağlı Wharton Business School'da 2 yıl geçirdi. Babasının 1948'deki kongre seçimlerini kaybetmesiyle Omaha'ya döndü ve University of Nebraska-Lincoln'e transfer oldu. Sıkı bir çalışmayla buradan 3 yıl içinde mezun olmayı başardı. Harvard Business School'a başvurmaya ikna edilmesine rağmen, çok genç olduğu için kabul edilmedi. Bunu önemsemeyerek Colombia Business School'a girdi ve ünlü risk analisti Benjamin Graham'ın profesörlüğünde çalışarak, 1951 yılında mastır derecesini aldı. Wall Street'de çalışmak istemesine rağmen hem babasının hem de Ben Graham’ın itirazlarıyla karşılaştı. Graham'ın yanında bedava çalışmayı teklif etmesine rağmen red cevabı alınca tekrar Omaha'ya döndü. Bu dönemde borsa simsarı olarak çalıştı ve aynı zamanda da konuşma kursları alıp, Nebraska Üniversitesi’nde "yatırım ilkeleri" konulu gece dersleri vermeye başladı. 1954'de Graham, şirketinde kendisine bir iş teklif etti. Burada 2 yıl çalıştıktan sonra Graham'ın emekliye ayrılmasıyla yeniden Omaha'ya döndü ve 1956'da ilk yatırım ortaklığı olan Buffett Associates, Ltd'yi kurdu. 1962'de Berkshire Hathaway dahilinde Buffett Partnership'in temelini attı. Başlarda tekstil sektöründeki düşüş yüzünden kötü bir fikirmiş gibi görünmesine rağmen Berkshire Hathaway, dünyanın en büyük holding kuruluşlarından biri ha. Nisan 1952’de, 22 yaşındayken, Susan Thompson'la evlendi. Birlikte Susie, Howard ve Peter isimli üç çocukları oldu. Evliliklerinin 25. yılında ayrı yaşama kararı alan çift, 1977'den itibaren ayrı yaşamaya başlamalarına rağmen, Susan Thomson'un 2004 yılındaki ölümüne kadar evli kaldı. Ayrı yaşamaya başlamalarından sonra, Susan'ın kendisiyle tanıştırdığı Astrid Menks ile uzun bir birliktelik sürdürdü. (Kaynak : Vikipedia)

(Fotograflar : İnterNetDen)

1 Mayıs 2008 Perşembe

GENEL : Neydik Ne Olduk... ?

NEYDIK NE OLDUK ?


Faziletliydik: Kimsenin malina, mulkune goz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdik. Hirsizlik nedir bilmez, dilenciligi meslek edinmez, kimseyi de kucumsemezdik.

Durusttuk: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odasi'nin en gorunur yerinde su mealde bir tavsiye levhasi asiliydi: "Turklerle alisveris et, yanilmazsin."

Itibarliydik: Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odasi'nin toplantilarinda oylar esit cikinca, Osmanlilarla alisverisi olan tuccarin oyu iki sayilir, onun dedigi olurdu.

Temizdik: Yere bile tukurmezdik. Hatta, Osmanli askeri teskilatini Avrupa'ya tanitmasiyla meshur Comte de Marsigil, yere tukurmedikleri icin atalarimizi soyle elestiriyor: "Turkler hicbir zaman yere tukurmezler. Daima yutkunurlar. Bunun icin de saclarinda sakallarinda bir hararet olur ve zamanla saclari, kaslari, sakallari dokulur."

Cevreciydik: Kurak gunlerde ucretle adamlar tutup sokaktaki ulu agaclari sulatir, gocmen kuslarin yorgunluk atmasi icin, sacak altlarina kus saraylari yapardik. Bunlara oyle cok ornek var ki, saymakla bitmez.

Harama el surmezdik: Fransiz muellif Motray, 1700'lerdeki halimizi soyle anlatiyor: "Turk dukkanlarinda hicbir zaman tek meteligim kaybolmamistir. Ne zaman bir sey unutsam, hic tanimadigim dukkancilar, arkamdan adam kosturmuslar, hatta birkac kere Beyoglu'ndaki ikametgahima kadar gelmislerdir."

Medeni idik: Ingiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740'larin Turkiye'si icin sunlari soyluyor: "Gerek Istanbul'da, gerekse imparatorlugun diger sehirlerinde hukum suren emniyet ve asayis, hicbir tereddude imkan birakmayacak sekilde ispat etmektedir ki, Turkler cok medeni insanlardir."

Dosdogruyduk: Fransiz generallerden Comte de Bonneval ise, su hukmu veriyor: "Haksizlik, murabahacilik [asiri kar koyma, tefecilik], inhisarcilik [tekelcilik] ve hirsizlik gibi suclar, Turkler arasinda mechuldur... Oyle bir durustluk gosterirler ki, insan, cok defa Turklerin dogruluklarina hayran kalir."

Hirsizlik nedir bilmezdik: Fransiz muellif Dr. Brayer, 1830'larin Istanbul'unu getiriyor onumuze: "Evlerin kapisinin soyle boyle kapatildigi ve dukkanlarin cogunlukla umumi ahlaka itimaden acik birakildigi Istanbul'da her sene azami bes-alti hirsizlik vakasi gorulur."

Ubicini, Dr. Brayer'i soyle dogruluyor: "Bu muazzam payitahtta dukkancilar, namaz saatlerinde dukkanlarini acik birakip camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapisi basit bir mandalla kapatildigi halde, senede dort hirsizlik vakasi bile olmaz. Ahalisi sirf Hiristiyan olan Galata ile Beyoglu'nda ise hirsizlik ve cinayet vakalari olmadan gun gecmez."

Naziktik: Edmondo de Amicis isimli Italyan gezgini, yine 1880'lerin "biz"ini anlatiyor bize: "Istanbul Turk halki Avrupa'nin en nazik ve en kibar insanlaridir. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan isitilir. O kadar musamahakardirlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gordugunuz kolayligin cok fazlasini gorursunuz."

Cihana ornektik: Turkiye Seyahatnamesi'yle meshur Du Loir'un 1650'lerdeki hukmu soyle: "Hic suphesiz ki, ahlak bakimindan Turk siyasetiyle medeni hayati butun cihana ornek olabilecek vaziyettedir."

Sefkatimiz yalnizca insana yonelik degildi, hayvanlari, hatta bitkileri bile kapsiyordu.

Hayata karsi saygiliydik: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsin:
"Turklerdeki iyilik duygusu, hayvanlari dahi kucaklamistir. Bircok koyde esekler haftada iki gun izinli sayilir... Turklerle Rumlarin karisik olarak yasadigi koylerde ise, bir evin hangi tarafa ait oldugunu kolaylikla anlayabilirsiniz. Eger evin bacasinda leylekler yuva yapmissa, bilin ki o ev bir Turk evidir." (Kucuk Asya, c. 9)

Hayirseverdik: Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim: "Yazin Istanbul'dan Sofya'ya giderken daglardan anayol uzerine inmis koylulerin, yolculara, bedava ayran dagittiklarina sahit oldum."

Ayni muellif, ceddimizin hayirseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Soyle diyor: "Fakat sunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. Iyiliklerini yalniz insan cinsine hasretmekle kalmayip, hayvanlara ve hatta bitkilere bile tesmil ederler."

Bu tespiti, Islam ve Turk dusmani Avukat Guer misallendiriyor: "Turk sefkati, hayvanlara bile samildir" dedikten sonra su ornegi zikrediyor: "Hayvanlari beslemek icin vakiflar ve ucretli adamlari vardir. Bu adamlar, sokak baslarinda sahipsiz kopeklere ve kedilere et dagitirlar... Sokaktaki agaclarin kurakliktan kurumasini onlemek icin bir fakire para verip sulatacak kadar kacik Muslumanlara bile rastlamak mumkundur..."

"Kacik"ligin kaynagini da veriyor adam: "Bircoklari da sirf azad etmek icin kusbazlardan kus satin alirlar. Bunu yapan bir Turk'e, bir gun, yaptigi isin neye yaradigini sordum. Kucumseyerek bakti ve su cevabi verdi: 'Allah'in rizasini tahsile [kazanmaya] yarar.'"

Ne dersiniz? Galiba, gecmisimizden uzaklasmak, bize cok pahaliya patladi.

Iste sorulmaya deger ve cevaplanmasi elzem olan soru:
"Bizde, o zaman var olup da bugun olmayan nedir?
Nasil kaybettik?
Nasil buluruz?"

(İnterNetDen)

19 Mart 2008 Çarşamba

Çocuk gözüyle : Her özgürlüğün içinde bir tutsaklık vardır.!!!

Bu resmi 9 yaşındaki bi çocuk çizmiş. Resmin üzerine o cümleyi yazmadan önce gidip ablasına sormuş:
"Abla bu resim sana neyi ifade ediyor?" diye. Ablası, çocuk bakış açısını düşünüp neler ifade etmek istediğini tahmin etmeye çalışarak bir şeyler söylemiş. Çocuk ise ona, onu çok şaşırtan, 9 yaşının çok üzerinde bir anlayışla

aynen şunları söylemiş..:
"Kuşlardan biri özgür görünüyor, öteki de tutsak. Ama aslında ikiside tutsak. Çünkü özgür olan uçarsa arkadaşı düşüp boğulacak!


(İnternetten)

27 Şubat 2008 Çarşamba

25 Şubat 2008 Pazartesi

Hayat Dersleri

BEŞ ÖNEMLİ DERS

Birinci Ders:
Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
"Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?"
Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuclarına dahil olup olmadığını sordu. "Tabii, dahil" dedi, Hocamız...
"İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile..." Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da... Dorothy idi.

İkinci Ders :
Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen,bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım.Ayrılırken ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda... "Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın... En İyi Dileklerimle,
Bayan Nat King Cole."

Üçüncü Ders :
Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
"Çikolatalı pasta kaç para ?"
"50 Cent."
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
"Peki, Dondurma Ne Kadar ?"
"35 Cent." dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri vardı.ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki...Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?" dedi.Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı sanki akan gözyaşları temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 Cent'lik bahşiş duruyordu..

Dördüncü Ders :
Yolumuzdaki Engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray
görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle eleştirdi.
Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü.Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde..."Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir." diyordu kral.Köylü, bügün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı."Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."

Beşinci Ders :
Önemli Olan Vermektir..
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içcine bakıyor ve gülümsüyordu.Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu :
"Hemen mi öleceğim ?"
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu.
.

(İnternetten)

21 Şubat 2008 Perşembe

Bir Hayat Dersi : Kapıcı ve Kuşlara Ekmek... (Canlıyı Sevmek)

Ekteki resimler bir kapıcının ne kadar kocaman yüreği olduğunu kanıtlıyor. Kapıcımız İsmail,dünki yoğun kar yağışında ve fırtınada marketten kendi parasıyla aldığı ekmekleri kurumuş ağaç dallarına,kuşların yemesi için asıyordu.Bu manzarayı görebilmenizi çok isterdim,ağlayarak onu izledim ve camı açıp avazım çıktığı kadar,en zengin insandan daha zenginsin sen İsmail diye bağırmışım.
Bütün apartman görevlilerinede İsmail in bu yaptığının örnek olacağını düşünüyorum.Zira,bu haber 18.02.2008 tarihli Hürriyet gazetesi tarafından haber yapıldı. İsmail, bir tanesi spastik özürlü olmak üzere üç tane çocuk babasıdır.Kıtkanaat yönetimin verdiği asgari ücret ve bizim arada sırada olan bahşişlerimizden geçimini sağlıyor.Hayatlarında yürüme ve konuşma engelli Meryem lerinin dışında kuşlarada emek harcayan ve yüreklerini açan bu aileye huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Sevgilerimle

Sema Mandev






31 Ocak 2008 Perşembe

İki Yaşanmış Hikaye ...


STANFORD


Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından firlayarak önlerini kesti..

Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?

Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..

Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı..

Nasıl olsa bir sure sonra gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı.

Anlaşılan çare yoktu..

Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıstı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.

Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard´da okuyan ogullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.

Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki onun anısına okul sınırları içinde bir yere bir anıt dikmek istiyorlardı.

Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi.

"Madam" dedi sert bir sesle, "Biz Harvard´da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."

"Hayır, hayır" diyerek haykırdı, yaşlı kadın.. "Anıt değil.. Belki, Harvard´a bir bina yaptırabiliriz". Rektör yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak "Bina mı?" diyerek tekrarladı. "Siz bir binanın kaça mâl olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptıgımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı.."

Tartışmayı noktaladıgını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi...

Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü :

"Üniversite inşaatına başlamak için gereken para buymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"

Rektor´un yüzü karmakarısıktı.. Yaslı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford, dışarı çıktılar. Doğru Californiaya´ya, Palo Alto´ya geldiler. Ve Harvard´ın artık umursamadıgı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.

Amerika´nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD´u.





ADOLPH ve RUDOLPH 'un ÖYKÜSÜ.

İkinci Dünya Savasi'nin hemen öncesinde Almanya'da bir kasabada iki kardes ayakkabi yapip satmak üzere bir atölye açarlar; Adolph ve Rudolph Dassler.

Savas sonrasi Adolph, Rudolph'a artik birlikte çalismak istemedigini, kendine ayri imalathane açacagini söyler. Rudolph saskindir. Ufacik kasabada iki kardes ayri imalathanelerde rekabet edeceklerdir.

Kardesine bunun mantikli olmayacagini, bu ufak kasabada zaten insanlarin sayili ayakkabi satin aldiklarini, ikisinin birden iflas edecegini söylese de Adolph bu uyariyi dikkate almaz ve kendine yeni bir ayakkabi imalathanesi açar.

Gerçekten de aralarinda kiyasiya bir rekabet baslar. Rekabetleri dogduklari kasaba sinirlarini dahi asar.
Iki kardes ayrildiktan sonra birbirlerine küsmüslerdir ve Adolph 1978 yilinda öldügünde tam 29 yildır darginlardir.

Bugün iki firmanin genel merkezi de bu ufak kasaba Herzogenerauch'tadir. Adolph Dassler'in ayakkabi sirketinin adi ADIDAS, Rudolph'un ki ise PUMA'dir.



(Alıntıdır)

28 Ocak 2008 Pazartesi

Sevgi üzerine bir hikaye...

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine, "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu
yaşayanlar arasında ne fark vardır?". "Bakın göstereyim..." demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra
hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak
çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda
kaşıklar. Ermiş: "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye de
bir şart koşmuş. "Peki..." demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da
ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar
ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar
sofradan.

Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım
yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince, her biri uzun boylu
kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece
her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte..." demiş ermiş: "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve
doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa,
o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır.

"ŞÜPHESİZ, HAYAT PAZARINDA DAİMA SEVGİYİ PAYLAŞANLAR KAZANÇTADIR."

(Alıntıdır)

30 Aralık 2007 Pazar

Hayat Dersleri : AKIL

Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
- Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?
Doktor cevaplar:
- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz: bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Daha sonra ise kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz NE yapardınız?
Adam:
- Hmmm… Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova hem kaşıktan hem de fincandan büyük.
-Hayır. der doktor.
- Normal bir insan küvetin tıpasını çeker !


Ders:
Akıl, sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır.



En Çok Okunanlar...

Fenerbaçe taraftarıyım...

FOTOGRAF

KARİKATÜR ve MİZAH

YARARLI BİLGİLER

OTOMOTİV

Ziyaretçilerim...

Beğendiğim Sözler...

"Şükretmek, yaşamımıza daha çok şey katmanın mutlak yollarından biridir"
Marci SHIMOFF

"Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım."

Necip Fazıl Kısakürek


"Dünya, Kötülük yapanlar yüzünden değil,
sayıları daha çok olduğu halde, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."
Albert Einstein.


Güneş; Işık ve Sıcağından yarar sağlamak için kendisine yalvarılmasını beklemez.
Sende güneş gibi ol, beklenen iyiliği senden istenmeden yap...
Epiktetos.



İnsan gülebildiği kadar insandır.
Moliere.


Hiç bir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma, geri dönmek isteyebilirsin.
Don Herald.


Unutma ki, ağzında bal olan Arı 'nın, kuyruğunda da iğnesi vardır..
John Lyly


Hayata değer bir yaşam,Sevmeye değer bir aşk, Dostluğa değer bir arkadaşlıktan asla vazgeçme.
Ne eksik ne fazlasını ara ve Seni üzenle asla uğraşma.
(Bilinmiyor)


Benim başarı konusunda bildiğim tek şey, Başarmak konusundaki kararlılıktır.
William Feather.


İnsan başkalarını aldatma alıştırmasını önce kendinde yapar.
Refik Halit Karay


Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Hz.Mevlana

30.11.2007 den itibaren...

***