"Benimle aynı düşüncede olmayan insan düşman değildir; Sadece benimle aynı düşüncede olmayan başka bir insandır." (Alıntı)

FİKİR KENTİ - Son Eklenenler ...

31 Mayıs 2008 Cumartesi

KADINveERKEK : Erkek Olmanin Dayanilmaz Keyfi


* Kolundaki, bacagindaki tuyleri mutemadiyen aldirmak zorunda degilsin.
* Biyiklarin utanc degil, cogu zaman ovunc kaynagidir.
* Bes gunluk tatil icin ufak bir canta yeter.
* Her kavanozu tek basina acma kabiliyetine sahipsin.
* Makyaj tazeleme sorunun olmadigi icin zirt pirt tuvalete gitmezsin.
* Kilo aldiginda dostlarin sana aciyarak bakmaz.
* Topuklu ayakkabi gibi bir seyin ustunde hokkabazlik yapmak zorunda degilsin.
* Ayakkabilarinin topugu ve tirnagin asla kirilmaz, corabin kacmaz.
* Sacinin nasil gorundugu hic onemli degildir.
* Pisirecegin hayvani kendin avlayabilecek guctesindir.
* Dus yapman ve giyinmen en fazla on dakika surer.
* Gereksiz esyalarin bulundugu bir cantayi tasima aliskanligin yoktur.
* Ceketini alip cikarsin.
* Besli paket halindeki donlarin fiyati, tek bir sutyenin ki kadardir.
* 50 yasina da gelsen kimse evde kaldigini iddia edemez.
* Yuzundeki tum renkler orjinaldir. Ne silince, ne yagmurda cikmaz.
* Sohbet ettigin insanlar, bakislarini goguslerine dogru kaydirmaz.
* Evlenince soyadini degistirmek zorunda kalmazsin.
* Her zaman tek parca mayo giyersin.
* Karsi cinsle esit olduğunu kanitlamak icin adanmis omur suren hemcinslerin yoktur.
* Kahvehaneler, stadyumlar ve bilumum yerler sirf senin daha keyifli bir hayat surmen icin vardir.
* Sen hic 'Erkek Hastaliklari Uzmani' diye bir kavram duydun mu?

(İnterNetDen)

29 Mayıs 2008 Perşembe

28 Mayıs 2008 Çarşamba

FOTOGRAF : Dijital Fotograf Makinası alırken nelere dikkat edelim... (Yararlı Bilgiler)


Fotograf : www.sonystyle.com


Dijital fotograf makinesi alma rehberi...

Gectigimiz on yilda hizla gelistirilen dijital kameralar, pahali, dusuk
kaliteli, az fonksiyonlu teknolojik oyuncaklar olmaktan cikip, kullanisli,
butcelere uygun, cok fonksiyonlu aletlere donuserek, klasIk filmli fotograf
makinelerinin yerini almaya basladi.
Kimyasal fotografciliktan silikon-tabanli fotografciliga bu onlenemez
gecisin bircok sebebi var: Herhangi bir isleme ya da film ucretinin
olmamasi, cekilen resimlerin aninda gorulebilmesi, resimlerin bilgisayara ve
internete kisa zamanda yuklenebilmesi, kolay ve cabuk duzenleme imkani ve
neredeyse herhangi bir jet printerla yuksek kalitede fotograf basiminin
mumkun olmasi avantajlarindan bazilari.
Bugunun dijital kameralari, ucuz, dusuk megapikselli kisitli ozellikli
makinelerden, video cekimi yapabilenlere kadar pek cok model cesitliligine
sahip. Bunun sonucunda da insanlar hangi model kamerayi sececeklerine karar
vermekte oldukca gucluk cekiyor.
Megapixel cozunurluk, dahili flaslar, ozel efektler, sarj edilebilen piller,
sesli video cekimi ve makro ozellikli zoom lensleri gibi karmasIk ozellikler
yuzunden icinden cikilmaz bir hal aliyor.
Dijital satin alma rehberi, dijital kameralar labirentinde dogru yolu
bulmaniza yardimci olacak ve aklinizdaki "Hangi dijital kamerayi
secmeliyim?", "Isime en cok yarayacak olan kamera hangisi?", "Alacagim
kamera hangi ozelliklere sahip olmali?" gibi sorulara cevap bulmaniza
yardimci olacak.
Secimleriniz...
Piyasadaki yuzlerce kameradan sizin ihtiyaclarinizi karsilayabilen en uygun
modeli bulmanin ilk adimi ne cesit bir fotografci oldugunuzu bilmenizden
gecer. Kullanicilari uc baslikta toplayabiliriz;
Tuketici: Bircok tuketiciye yonelik kamera, lensi hedefe yoneltip cekme
tusuna basarak kaliteli fotograflar cekmelerini saglayacak kadar basittir.
Yani makine poz, flas, odaklanma ve renk ayarlarini ortamin durumuna gore
otomatik olarak yapar ve kullanici bu ayarlari yapmak zorunda kalmaz. Diger
yandan eger tuketici kameralarinin sagladigi ozellik ve kontrolleri ogrenip
de bunlari kendiniz ayarlayarak kullanirsaniz elde edeceginiz sonuc daha da
kaliteli resimler olacaktir.
Profesyonel: Filmli esleri gibi, profesyonel dijital kameralarin degis-tokus
yapilabilen lensleri, bircok manuel kontrolleri ve tuketici kameralara karsi
performans alaninda belirgin bir ustunlukleri vardir. Eger cok hevesli ya da
profesyonel bir fotografciysaniz ve resimleriniz uzerinde tek kontrol sahibi
olmak istiyorsaniz bu sinif kameralar sizin icin uygun olacaktir. Ancak
unutmayin ki, profesyonel kameralar fazla sayidaki aksesuarlari sebebiyle
ekstra mali kulfetleri de beraberlerinde getireceklerdir.
Profesyonel tuketici: Profesyonel ve tuketici modeller arasindaki sinif. Bu
tur fotograf makineleri tam manuel kontrol, yuksek performans ve yuksek imaj
kalitesi saglar ancak degis-tokus lensleri yoktur. Bunun yerine daha ucuz
olan ancak digerleri kadar optik kalitesi saglayamayan, opsiyonel
takilabilen lensleri vardir. Bu sinif profesyonel kameralara nazaran daha
ucuz olduklari icin hayatlarini fotografcilikla kazanamayan ancak resimleri
uzerinde profesyonel kontrol sahibi olmak isteyen kullanicilar icin uygun
gozukuyor.
Butceniz...
Bir yere kadar dijital kameralarda odediginiz mikta kadar kaliteli bir urun
elde edersiniz. Ucuz dijital kameralar genellikle az sayida ozellikle, dusuk
megapixel imaj sensoru ve optik zoom lenssiz piyasaya cikarlar; orta-iyi
derecede kaliteli resimler cikarirlar. Diger yandan daha pahali kameralarin
uzun bir ozellik listesi vardir ve imaj kaliteleri iyi-mukemmel arasindadir.
Merak ettiginiz dijital kameralarin ozelliklerini sitemizde inceleyebilir,
karsilastirabilirsiniz.
Iste size dijital kameralarin temel ozellikleri:
Imaj sensoru...
Cozunurluk: Bir imaj sensorunun cozunurlugu kac tane piksele sahip oldugunu
gosterir. Bu sayi ne kadar cok olursa resminizi kalite kaybi olmadan o kadar
cok buyutebilirsiniz. Ancak bu, resim kalitesini etkileyen ozelliklerden
sadece bir tanesi; dijital kamera alirken optik cozunurlugu dikkate almayi
unutmayin.
Piksel: Tum dijital goruntulerin temel yapi tasi olan noktaciklara "piksel"
denir. Dijital goruntuler, yatay ve dikey bicimde yan yana siralanmis
piksellerden olusur. Eger bir goruntu cok sayida kucuk piksellerden olusmus
ise, elinize net ve keskin hatli bir fotograf gececek demektir. Eger goruntu
az sayida ve buyuk piksellerden olusmus ise, yeterince net olmayan ve
bulanik hatli bir fotografin elde edilmesi soz konusudur. Kisacasi, piksel
sayisi arttikca baski kalitesi de yukselmektedir
CCD: Dijital kameralarin en yaygin imaj sensoru. Bunlar genellikle
CMOS'lerden daha kaliteli imajlar uretseler de daha fazla batarya gucu
harcarlar.
CMOS: Buna sahip dijital kameralar basparmaginiz kadar kucuk olabilirler.
CMOS ciplerinin uretimi ucuz oldugu icin genellikle ucuz ve ozelliksiz
makinelerde bulunurlar; sadece birkac profesyonel kamera ureticisi CMOS'lari
kullanir.
IsIk duyarliligi: Bu, dijital kameranin en iyi pozu cekmek icin ne kadar
isiga ihtiyac duydugunu gosterir ve ISO degeriyle belirtilir. Dusuk bir ISO
degeri (50-100) temiz bir imaj yaratir ancak bunun icin ya bir flasa ya da
parlak bir gunes isigina ihtiyac duyar. Yuksek ISO degerleriyse(200-1600) az
isIkli ortamlarda daha iyi sonuc verseler de imaj kalitesinde bir dusus
gozlenir.
Lensler...
Hiz: Lens hizi, diyafram tamamen acik oldugunda lensin izin verdigi isIk
miktaridir. Bunun birimi f-sayi'dir. Hizli bir lens (f2 veya f2.8) az isIkta
cekmek icin uygundur ancak, on ve arkaplan odaklanmalarini kaldirdigi icin
derinlik hissini kisitlar.
Zoom: Zoom, odak uzakliginin katlanmasidir. Ancak ureticilerin dijital
zoomlari ile ovunmelerine kanmayin cunku imaj kalitesini etkileyen optik
zoom'dur. Ayrica dijital zoom imaj kalitesini azaltici etki de yapar.
Macro: Bu fonksiyon ozellikle kucuk objeleri yakindan cekmeye yara. Cogu
dijital kamerada bu ozellik bulunmaktadir.
Bazi lens ureticileri sunlardir: Canon, Fuji, Kodak, Nikon, Olympus, JVC,
Sony, Minolta.
Flaslar
Dahili: Bircok dijital kamera 'strobe' de denilen dahili flaslarla
gelmektedir. Kucuk ve az guclu olduklari icin cogu dahili flasin menzili
limitlidir. Flasin yakilmasi dijital kameranin pilinin daha cabuk bitmesine
neden oldugu da unutulmamalidir.
Auto-flas: Flasi sadece ek isIk gerektiginde yakan bir ozelliktir. Bu
dijital kameranin isIk sensoruyle olculur.
Flas yogunlugu: Bazi dijital kameralarda bulunan flasin yayacagi isIk
miktarini belirlemenize imkan saglayan ozellik.
Bazi flas ureticileri sunlardir: Olympus, Minolta, Canon, Sigma, Sunpak,
Nikon, Metz.
Guc kaynaklari...
Bir dijital kameranin en kotu ozelliklerinden biri cok yuksek miktarda
enerji tuketmesidir. Uzerinde bulunan elektronik parcalar yuzunden normal
bir fotograf makinesinden cok daha fazla bataryaya ihtiyac duyar.
Bataryalari 2 saat civari dayanabilen kameralar cok iyi kabul edilirler.
Bataryalar: Dijital kameralar birkac dakika icinde bataryalardaki gucu emip
bitirebilirler. Bu sebeple surekli batarya degistirmenin maliyetini ve
uygunsuzlugunu ortadan kaldirmak icin ya bataryasi sarj edilebilen modeller
secin ya da sarz edilebilir bataryalar alin. Kullanilabilecek batarya
cesitleri sunlardir :
Alkalin : Sarj edilemezler ve hic dayanikli degillerdir.
NiCD (Nikel Kadmiyum) : Sarj edilebilirler ancak cok verimli degillerdir.
NiMH (Nikel Metal Hidrit) : Sarj edilebilirler ve verimlidirler.
Li-ion : Sarj edilebilirler, cok uzun sure dayanirlar ve cok verimlidirler.
Ayrica cok da pahalidirlar.
Dijital kamera alirken batarya durumunu secme sansiniz pek olmaz.
Ihtiyaciniza en uygun kamerayi belirledikten sonra icinden cikan Alkalin
bataryalar ile birkac poz cektiginizi gorerek cok hayal kirikligina
ugrayabilirsiniz. AA ya da AAA tipi kalem batarya kullanan makineler icin en
iyi secim NiMH tipi bataryalardir. Ancak bunlarin ozel sarj cihazlari
oldugunu unutmayin. Cogu makine yaninda sarj cihazi olmadan gelir ve sizin
hem yeni bataryalar hem de sarj cihazi almaniz zorunludur. Bu bataryalar pek
ucuz degillerdir ancak dijital bir kamera icin baska secenekler cok mantikli
olmaz. Hatta 4 bataryayla calisan bir makine icin en az 8 tane NiMH batarya
almaniz onerilir zira bir takimini sarj ederken digerini kullanabilirsiniz.
Yoksa birkac saat beklemek zorunda kalirsiniz.
Bu konudaki en iyi secenek ise kendinden bataryali (cogu Li-ion tipi batarya
kullanirlar) dijital kameralardir. Bunlar cok yuksek verim gosterirler ve
kameranin yaninda sarj adaptoru de geldigi icin ekstra masraf yapmaniza
gerek kalmaz. Kullanim sureleri uzun, sarj sureleri kisadir.
AC adaptoru: Bircok dijital kamera ile paketlenmis olmadiklari icin bir
elektrik fisinden aldigi gucle ve tripod yardimiyla istediginiz surece
devamli cekim yapmanizi saglayan AC adaptorlerini ayrica elde etseniz cok
iyi yaparsiniz.
Alirken bunlara dikkat edin:
1. Tum isteklerinizi karsilayabilecek maksimum cozunurluklu dijital kamerayi
secin. Eger resimlerinizi internette yayinlayacaksaniz makineniz 640 x
480(VGA)'yi desteklemelidir. Enstantane fotograflar cekecekseniz 1024 x
768(VGA)'yi destekleyen modellere bakiniz. Genellikle 3-megapikselli
modeller en iyi fiyat/performans kombinasyonunu verirler ve kullanicilarin
yuzde 85'i de bunlari alir.
2. Dijital kameranin ihtiyaciniz olan tum ozelliklere (cikartilabilir
hafiza, video ve zoom lens gibi) sahip oldugundan emin olun.
3. Odeyeceginiz miktari hesaplarken sarj edilebilir bataryalar, AC adaptoru
ve daha buyuk bir hafiza karti gibi ekstralari unutmayin.
4. Fotograflarin bilgisayara kolay aktarimi icin USB girisli bir kamera
almaya calisin. Bu imaj transfer prosesini oldukca kolaylastiracaktir. USB
ile bilgisayar kamerayi bir disk surucu olarak gorur, tek yapmaniz gereken
imajlari tutarak Windows Gezginine koymak olur.
5. Zoom lensli kameralara bakarken onemli olan ozelligin optik zoom oldugunu
unutmayin. Dijital zoom sadece resmi duzenlemeye yarayan bir yazilim
fonksiyonudur.
6. Eger gozluk kullaniyorsaniz dijital kameranizin optik goz merceginde
odaklanabilir diopteri (Bu sayesinde duzgun goruntuyu bulana kadar
oynayabilirsiniz) oldugundan emin olun.
7. CD-ROM uzerinde kullanma kilavuzu olan bir dijital kamera yerine cepboyu
kullanim kilavuzlu kameralari tercih ediniz. Boylece disarida fotograf
cekerken zorlandiginizda bakabilirsiniz.
8. Dijital kameranin ne kadar hizli cektigini test edin. 4 saniyede boot-up
yapan ve 6 saniyede tekrar cekmenize izin veren bir kamera muhtemelen
caninizi sIkacaktir.

(İnterNetDen)

27 Mayıs 2008 Salı

MİZAH : Biz Türklere Has özellikler...

TÜRKLERİ ANLAMA SANATI
ADLI KİTAPTAN..

Madde 7 : Hesap ödeyen erkek, hesabı ödemek için gereken işlemi
masanın altında yapar. Türk erkeği ödediği hesabı masadakilerin
görmesini istemez. Eğer görürlerse ayıp olacağını düşünür ve
karşıdakilerin 'Ulan amma da görgüsüz herif, hem ısmarlıyor hem de
hesabı gözümüze sokuyor' demesinden çekinir. Böyle bir davranışa bir
de Eskimo erkeklerinde rastlanılabilir


Madde 11 : Türkiye'de ilk, orta, lise, üniversite, yüksek lisans,
doktora fark etmez, sınav kağıtları dağıtılırken, bir öğrenci mutlaka
'Hocam istediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?' sorusunu sorar. Aynı
öğrenci, öğretmen haftaya sınav yapacağını bildirdiğinde kaçıncı
sayfaya kadar sorumluyuz hocam' sorusunu soran ama yine de sınava
çalışmayan öğrencidir


Madde 25 : Tüm ısrarlara rağmen misafir 'Yemeyeceğim yeter!' diyorsa,
Ev sahibi son kozunu değerlendirir ve ilahi gücü cümle içinde kullanıp
Bak Allah'ın adını verdim' diyerek misafiri köşeye sıkıştırır. Misafir
bunun üzerine midesi dolu olsa da, ilahi kudret korkusundan mıdır ka
çış yolu kalmamasından mıdır, ne var ne yoksa bir çırpıda yer.


Madde 34 : Üzerinden araç geçsin ve temizlensin diye işyeri paspasları
cadde ortasına fırlatılır. Sinek avlayan esnaf Türkiye'de temizlik
hastası kesilir.Alır eline hortumu baştan aşağı dükkanının bulunduğu
caddeyi, kaldırımları bir güzel sular. O da yetmez, yandaki caddeleri
ve sokakları da sulamayı iş edinir. O arada paspaslar da temizlikten
payını alır.


Madde 42 : Misafirlikte kolonya ikram edilirken büyüklerin ellerine
çocukların kafasına dökülür.


Madde 46 : Durakta değil de, her el kaldıran yolcu gördüğünde duran
otobüse halk otobüsü denir. Halk otobüsü halkı kırmaz, durur. Halk
otobüsünün belediye otobüsünden tek farkı budur.


Madde 49 : Şehirlerarası otobüs yolculuklarında kan bağı yoksa (karı,
koca, yeğen, yenge gibi) bayan yanına erkeğin oturması firma
tarafından kabul edilmez. Türkiye'de en önemli namus bekçileri otobüs
muavinleridir. Muavinlere göre birbirlerini hiç tanımayan iki karşı
cinsin, mesafe olmaksızın seyahat etmesi, ateşle barutun birbirine
bitişik iki koltuktan bilet alması gibi bir şeydir. Buna asla izin
vermezler. Ancak gidilecek yol boyunca erkeğin yanına oturtmadıkları
genç kızı kesmeyi de ihmal etmezler.



Madde 64 : Kafa bir yere çarptığında şişmesin diye çiğnenmiş ekmekle
ovalanır. Türklerin 'Kendi kendine tedavi' yöntemleri sadece bunlarla
bitmez.Ağrıyan yere sıcak tuğla konur. Isıtılmış çay bardakları ile
sırt çekilir. Arpacık çıkmış göze sarımsak sürülür.Kesilen ve kanayan
yere tütün basılır. Paslı çivi batan yer sopayla dövülür. Burkulan
yere biftek bağlanır. Yanan yere diş macunu sürülür.


Madde 66 : Bütün ilaçlar buzdolabında saklanır. Buzdolabının kola, su,
gazoz koyulan bölgesi ilaçlara yetmeyince, ilaçlar yumurtaların
bulunduğu alanda, kurumuş yarım limonlara komşuluk yapar..

(İnterNetDen)

23 Mayıs 2008 Cuma

GENEL : Küçük kırlangıçtan büyük rekor... (7 bin 735 kilometre uçtu.)

Güney Afrika’da 7 Mart 2006’da yakalanıp halka takılan küçük kırlangıç, 7 bin 735 kilometre uçup Iğdır’da Yukarı Çıyrıklı köyündeki Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin ağlarına takılarak bir Türkiye rekoru kırdı.

Haberin Devamı : Milliyet

22 Mayıs 2008 Perşembe

MİZAH : Motorda Köpek nasıl taşınır... Yurdum insanından Komik bir çözüm. (Fotograf)




(İnterNetDen)

MİZAH : PC Teknik Servis "Gerçek Diyaloglar"

Müşteri : merhaba, ben Ayşe. Disketimi yuvasından çıkaramıyorum da...
Teknik destek servisi: Çıkartma düğmesine bastınız, değil mi?
Müşteri : Elbette. Sıkıştı herhalde.
Tek.Des: Tamam hanımefendi, not alıyorum. Bir arkadaş gelir bakar.
Müşteri : Bi dakka! Disketi henüz yuvasına koymamışım, masanın üzerinde duruyor. Afedersiniz.

***

Tek.Des: Nasıl bir bilgisayarınız var Ömer bey?
Müşteri : Beyaz

***

Tek.Des: Ekranınızın solundaki 'Bilgisayarım' ikonunu tıklar mısınız?
Müşteri : Sizin solunuz mu, benim solum mu?

***

Tek.Des: Günaydın. Size nasıl yardımcı olabilirim?
Müşteri : Merhaba. Yazıcım çalışmıyor da...
Tek.Des: Anladım. 'Başlat' tuşuna basar mısınız?
Müşteri : Bak dostum! Ben Bill Gates değilim. Bana öyle teknik konuşma!

***

Müşteri : Merhaba. Ben Aysu. Bilgisayarımdan çıktı alamıyorum. Her deneyişimde 'yazıcı bulunamıyor' diye bir ikaz yazısı çıkıyor. Yazıcıyı kaldırdım ekranın önüne koydum, hâlâ 'yazıcı bulunamıyor' diyor.

***

Müşteri : Yazıcımdan renkli çıktı alamıyorum. Bir şeyi eksik mi yapıyorum acaba?
Tek.Des: Yazıcınız renkli mi?
Müşteri : Aaah! Afedersiniz ya...

***

Tek.Des: Şimdi ekranınızın üzerinde ne var hanımefendi?
Müşteri : Eşimin doğum günümde hediye ettiği ayıcık. Niye?

***

Müşteri : Klavyem çalışmıyor.
Tek.Des: Bilgisayara bağlı mı acaba?
Müşteri : Bilgisayaın arkasına ulaşamıyorum.
Tek.Des: Klavyenizi elinize alın ve on adım geri gidin.
Müşteri : Tamam.
Tek.Des: Klavye sizinle geldi mi?
Müşteri : Evet.
Tek.Des: Bu, klavyeniz bilgisayara bağlı değil demek oluyor.
Müşteri : A-a! Masada bir klavye daha var... Hah! Bu çalışıyor.

***

Tek.Des: Şifrenizi söylüyorum: küçük c, büyük a, küçük n, 7
Müşteri : 7 büyük mü, küçük mü?

***

Müşteri : Nete giremiyorum. (dial-up dönemi)
Tek.Des: Parolanızı doğru girdiniz mi acaba?
Müşteri : Tabi. Arkadaşımın girdiği parolanın aynısı girdim.
Tek.Des: Arkadaşınızın girdiği parola neydi?
Müşteri : Beş yıldız.

***

Tek.Des: Hangi anti-virüs programını kullanıyorsunuz efendim?
Müşteri : Windows
Tek.Des: O anti-virüs programı değil efendim.
Müşteri : Afedersiniz; internet explorer`dı.

***

Müşteri : Çok büyük bir problemim var. Arkadaş bilgisayarıma bir ekran koruyucu koydu. Ama mouse`ı oynatınca kayboluyor ya!

***

Tek.Des: Buyurun efendim?
Müşteri : Eee! İlk defa mail gönderiyorum da...
Tek.Des: Tamaam! Ben size yardım edeyim.
Müşteri : Adresteki 'a'yı yazdım da, çevresine daireyi nasıl çizeceğim?

(İnterNetDen)

21 Mayıs 2008 Çarşamba

20 Mayıs 2008 Salı

GENEL : ORGANİK TARIM Eski Tatları Arama Sevdası...

Başlık : Eski Tatları Arama Sevdasıyla ORGANİK TARIM

Yazar : Muavviz AYVAZ 18.Sayı (Nisan - Haziran 2008) Konu : Organik Tarım



Organik ürünlerin faydaları, zirai ilaçların zararları konusunda neredeyse konuşmadığımız gün yok gibi. Şikayetlerimizi bir bir sıralasak liste uzayıp gider. Kışın seralarda üretilen yazlık meyve sebzelerin doğal olmadığından, sebzelerin eski güzel tatlarının artık kalmadığından, üretimin hormon ile yapıldığından her zaman şikayet eder olduk. Bir çiftçi olan Ali Yener bey bile eski tatları arar olmuş. Köyde yaşamasına rağmen sentetik gübrelerin zararları, sebze-meyve tatlarının olması gerekenden farklı hale gelmesi onu yeni arayışlara itmiş.

Önceden de çiftçilik yapan Ali Bey “eski tatları aramak sevdası ile organik tarım işine girerek artık zirai ilaçları kullanmayacağım demiş bir gün ve organik tarım yapmaya başlamış. Kendisi, 2000 yılından beri organik fındık, bal ve kivi üretimi yapıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk sertfikalı organik kivi üreticisi. Ürünlerini Şişli Feriköy organik ürün pazarında, Bursa’da ve internet üzerinden satıyor. Üretimini Zonguldak, Alaplı Ilçesi, Bölücek köyünde, 300 dönümlük arazide gerçekleştiriyor. Türkiye’de 2006 yılına kadar organik kivi üretilmediğini söylüyor. Ilk organik soya fasülyesini de Ali Bey üretmiş. O yüzden kat edeceğimiz çok yol var diyor. Kendisine biraz da organik bal dan bahseder misiniz diyoruz.

“Organik arıcılık bitkisel üretimden daha zor. Öncelikle kovanlar boyasız olmalı. Arılar balmumunu kendisi yapmalı. Arı bitini öldürmek için organik menşeli formik asit kullanılıyor. Arı biti bir parazit olduğundan arının kanını emiyor. Bit arının yavrularına önceden nüfuz ederek, yavrunun sakat doğumuna neden oluyor. Arılar kanatsız, ayaksız doğuyor. Sakat doğan tüm yavrular kovandan dışarı atıldığından, geriden yeni nesil gelmiyor. O yüzden önemli bir hastalıkla bile doğal bir ilaçla başa çıkmak zorundasınız organik arıcılıkta.”

Organik arıcılık yapılan sahanın özelliği ise yarı çapı 3 km olan bir alanda zirai ilaçlı tarım (konvansiyonel) yapılmaması imiş. “Bu alanları bulmak oldukça zor” diyor Ali bey. Yılda yaklaşık 2 ton organik kestane balı üretiyor. Ayrıca çilek, kiraz, elma ve nar üretimi için sertifika alma çalışmalarının olduğunu söylüyor. Organik fındık üretiminin ise yılda yaklaşık 4 ton olduğunu belirtiyor. “Biz çevre için bir şeyler yapacak isek kırsal bölgelerden başlamalıyız. Kirlenme kırsal dan başlıyor” diyor Ali Yener bey ve ekliyor. “Organik tarım konusunda elimden gelen her türlü yardımı yapmaya hazırım. Ne dersiniz artık eski tatlı meyve-sebzeleri yeme zamanımız gelmedi mi?”

( Buradan CopyPaste/KopyalaYapıştır Yapılmıştır.)


GENEL : GDO Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar...

Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar


Yazar : Yrd.Doc.Dr.Rıdvan KETE Sayı : 8.sayı (Ekim - Aralık 2005) Konu : Kimyasal

İnsan yaşamının geleceği bir ölçüde biyolojik konular hakkında bilinçlenmeye ve duyarlılığa dayanmaktadır. Gelecekte insanların günümüzden daha rahat, sağlıklı, uzun ömürlü yaşayabilmeleri için çevre imkanlarını teknoloji ile geliştirmesi gerekmektedir. Böylece biyoteknoloji ortaya çıkmaktadır.

Bir mal veya hizmet üretmek için canlı organizmalardan yararlanma teknolojisi “Biyoteknoloji” olarak tanımlanmaktadır. Yoğurt, peynir, sirke üretimi biyoteknolojinin insanlık tarihinde ilk adımlarıdır.

21. yüzyıldaki gen teknolojisi gelişmeleri biyoteknolojinin günümüzde insan yaşamının her alanını doğrudan veya dolaylı şekilde etkilediğini göstermektedir.

Neden Genetik Yapı Değiştiriliyor?

Çeşitli araştırmacılar tarafından; ürünlerde verimliliği sağlama, böceklere karşı dayanıklılık oluşturma veya piyasada uzun süre dayanıklılığı arttırma amacıyla biyoteknolojiden faydalanıldığı belirtilmektedir. Fakat ekonomik yönden getiri sağlamak temel faktör olarak görülmektedir. Bu amaçla özellikle domates, patates, mısır, kavun, soya, pamuk gibi bitkilerde genetik değişiklikler yapılmaktadır. Bu teknoloji laboratuvarla endüstriyel üretime geçişi hızlandırmıştır.

Genetik değişikliğe uğratılmış (gen aktarılmış) mikroorganizmalar, bitkiler, hayvanlar, klonlanmış canlılar gibi farklı ürünler toplumun kullanımına sunulmaktadır. Bu çalışmalarda biyogüvenlik koşullarını hiç aksatmadan doğaya ve topluma zarar vermeyecek bir biyoteknoloji gereklidir.

Bitkilerdeki gen sayısının insanlardan çok fazla olduğu bilinmektedir. Bu kadar çok genin kontrolunu sağlayan mükemmel bir gen dizilişi vardır. Bu düzenli sistem içine gen naklinin sistemi hangi noktalarda nasıl etkileyeceği meçhuldür.

Genetiği Değiştirilmiş Organizma Nedir?

Her canlının, kendine özgü gen dizilişlerinin oluşturduğu bir kalıtsal yapısı vardır. Canlı yaşamına ait bütün bilgiler genler şeklinde dizilerek DNA yapısında yer almaktadır. Gen teknolojisi ile DNA içine bir yabancı gen yerleştirilir. Bu bağlamda canlılara ait bu yapının gen dizilişinin, herhangi bir nedenle doğal yapısında bulunmayan başka karakter oluşturması şeklinde elde edilen canlı yapılara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar" (GDO) denilmektedir. Soya, mısır, patates gibi ürünlerin zararlılarına karşı, öldürücü genler nakledilerek ürün korunmaya çalışılmaktadır. Bu genler zehirli proteinler üretmektedir. Bunları yiyen böcekler ve kuşlar ölmektedir. Bu da ekolojik dengeyi olumsuz etkilemektedir.

Genetik Yapı Değişikliğinin Etkileri

Canavar gıdalar, Frankeştayn gıdalar olarak da isimlendirilen genetik yapısı değiştirilmiş ürünler Türkiye’de geniş çaplı pazar bulmaktadır. Yıldız Teknik Üniversitesinden Prof. Dr. Şeminur Topal bitkilerdeki genetik yapı değişikliğinin beslenme ile insan organizmasına aynen taşındığını belirtmektedir. Değişiklik geni genellikle antibiyotiğe dayanıklılık genine bağlanarak taşınmaktadır. Buna bağlı olarak Alzhaimer ve Deli Dana hastalığı artışının bu tip değişikliğe bağlı olduğu belirtilmektedir. Gen transferinin gerçekleşmesi, tanımlayıcı gen olarak antibiyotik direnç geni aracılığıyla kontrol edilmektedir. Aktarılacak gen, ilgili canlı DNA’sından alınıp, taşıyıcı aracılığı ile birlikte gene aktarılıyor. Böylece bu taşıyıcı mikroorganizmalara geçerek bu bakterilerin oluşturduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasını güçleştiriyor ve antibiyotiklere karşı insanda dirençsizlik meydana getiriyor. Bu ürünler antibiyotiklere karşı vücutta dayanıklılık oluşturuyor. Doğrudan alındığında insan ve hayvan bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşebiliyor. Böyle gıdalar besin olarak alındığında insan vücudunda allerjik etkilere neden olmaktadır.

ODTÜ’ den Doç. Dr. Candar Gürakan ve arkadaşlarının Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili Türkiye’ de yaptıkları araştırmalarda, ithal tohumlarla üretilen 28 domates örneğinden 22’sinde antibiyotiğe dirençli bakteri geni bulunduğu belirtilmektedir. Bu durum ülkemize gönderilen tohumlarda gen aktarımının yapıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Aynı araştırmacılar, değişik illerden alınan 5 mısır örneğinde antibiyotiğe dirençli gen yanında yabancı DNA’ lara da rastlandığını belirtmektedir. Yine, hayvan yemi olarak kullanılan mısırlarda daha güçlü Genetiği Değiştirilmiş Organizmalarla karşılaşılmıştır. Ülkemizde Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların özel alanlarda araştırma amaçlı üretildiği ve kontrol edildiği iddia edilse bile, rüzgarlar, arılar ve böceklerin etkisiyle bu özel bitkilere ait polenler geleneksel üretimlere taşınabilmektedir. Bu şekilde genetiği değiştirilmiş ürünler, insan ve hayvanların besin kaynağı olarak kullanılmaktadır. Antibiyotiklere karşı dayanıklı olan bu ürünler insan ve hayvanlarda toksik veya allerjik etkiler oluşturmaktadır. Günümüzde allerjik astıma bağlı solunum yetmezliğinin sık görülmesi dikkatleri çekmektedir. Aynı şekilde otoimmün hastalık olan romatizmal hastalıkların yaygın olması veya tükenmiş bağışıklığın, kanserin temel nedenlerinden biri olduğu düşünülürse, bu hastalıkların güncel ve sık rastlanılması dikkatleri GDO üzerine çekmektedir.

GDO’lu tohumlarla üretilen mahsüllerin ertesi yıl tohumluk olarak kullanılamaması nedeniyle bu ürünlere bağımlılığın getireceği, ekonomik bir yük söz konusudur.

ABD’de 1998 yılında 8.5 milyon hektar alanda genleri değiştirilmiş soya fasulyesi yetiştirildiği düşünülürse, acaba bunlar nerede pazarlanmaktadır.

Günümüzde mısır, domates, soya fasulyesi, patates, kavun gibi gıdaları yemekten korkuyoruz.

Acaba meyvelerin dışı başka içi başka mı olacak!. Korkuyoruz, aldığımız karpuzun içi kavun, portakalın içi limon, kayısının içi incir, kivinin içi mandalin çıkacak diye.

Ne Yapmalıyız?

1. Yerli tohumdan üretilen gıdalar tercih edilmeli.

2. Şekil bozukluğu olan ve normalden iri meyve ve sebzeleri almamalıyız.

3. Ülkemizde Biyo-güvenlik kurulu oluşturulmalı ve işlerlik kazandırılmalıdır.

4. GDO ürünlerini ülkemize girişi yasaklanmalı veya kontrol altına alınmalıdır.

5. Ithal edilmiş GDO’ lu ürünler etiketlenmeli ve ambalajlarında mutlaka belirtilmelidir.

6. Kaçak tohum girişi önlenmelidir

7. Özellikle GDO’ lu ürünlerden olan, ithal soya, mısır, pirinç ve ürünlerine karşı çok duyarlı olmalıyız.

* Yrd. Doç. Dr., ridvan.kete@deu.edu.tr

Kaynaklar

1. Şahin, Ş,. (2004), "Bitkilerde Gen Nakli", Gezgin, Sayı: 5, s: 030-033, TŞOF Plaka Matbaacılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.
2. Ackerman, J., (2002), "Gıdalar Nasıl Değişiyor?.", National Geographic Dergisi, Mayıs, s: 97-114. 3. Uslu, F., Kete, R., (2003), "Transgenik Ürünler.", Ekoloji-Çevre Magazin Dergisi, s: 33-35, Izmir.

( Buradan CopyPaste/KopyalaYapıştır Yapılmıştır. )

17 Mayıs 2008 Cumartesi

FOTOGRAF : Türkiye'nin en büyük Atatürk maskı...(Kendi Çektiklerimden)

Kepez Belediyesi tarafından Türkiye'nin en büyük Atatürk maskı, Antalya ‘nın girişindeki Kepezüstü'ne yaptırıldı. 23 metre yüksekliğinde,

14 metre genişliğinde olan maskın yapımında 10 ton demir, 40 ton kum, 10 ton çimento kullanıldı. Kepezüstü'ndeki yapay şelalenin yanına

yapılan Türkiye'nin en büyük Atatürk maskı 20 kişilik bir ekibin çalışmasıyla 5 ayda tamamlandı.

(Kaynak : http://http://www.bizimantalya.com)

16 Mayıs 2008 Cuma

GENEL : Nükleer enerji _ Fırsat mı, tehdit mi ?

Çetrefilli karakteri yüzünden nükleer meselesinin, artıları ve eksileriyle Türkiye gündeminde tartışılması ve uzlaşılarak bir karar verilmesi gerekiyor. Ülke içerisindeki nükleer taraftarlarının ve nükleer karşıtlarının ezberlerini bozması, ülke geleceği için en sağlıklı kararın verilebilmesi için bir müzakere sürecinin başlatılması şart.

Nükleer enerji meselesinin griliği: 9 Kasım 2007’de yasalaşan 5710 sayılı ‘Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ve Enerji Satış’ adlı kanun uyarınca eylüle kadar tekliflerin değerlendirilmeye alınacağı, 24 Mart 2008’de Enerji Bakanı Hilmi Güler tarafından açıklandı ve Türkiye’nin nükleer enerji yolculuğunda yeni bir sürece geçildi. Gerek finansal boyutu gerek teknolojik potansiyelinden ötürü, nükleer enerji üretim projesi 85 yıllık Cumhuriyet tarihimizin en stratejik ekonomik yatırımlarından biri sayılabilir. Gündemimizin, demokrasi ve laiklik ekseninde sıkışmış siyasi tartışmalar yüzünden epey yoğun olduğu şu günlerde, ülkemiz insanının ve ekonomisinin geleceğini çok yakından ilgilendiren bu önemli meseleye kamuoyu tarafından gereken ehemmiyet maalesef verilmiyor.

Nükleer enerji tartışması Türkiye için yeni değil. 1958’de Atom Enerjisi Komisyonu toplantılarından itibaren ciddi manada tartışılan nükleer enerjinin yararları ve riskleri değişik çevrelerce çeşitli argümanlarla gündeme getirildi. 1976, 1983 ve 1999’daki nükleer enerji üretim tesisi kurma teşebbüsleri sonuç vermedi. Şimdi yeni bir teşebbüs başlatıldı. Fakat siyasal alanın griliği belki de kendini en çok nükleer enerji meselesinde su yüzüne çıkarıyor. Nükleer enerji üretimine popülist tavırlarla en baştan karşı çıkmak çok kolaycı, topyekûn savunmak da çok riskli bir yaklaşım. Bu konuyu iyice irdelememiz gerekiyor. Maalesef bugün nükleer reaktör inşasının Türkiye için faydaları ve zararları objektif olarak ele alınmıyor; meseleye birçok kişinin yaptığı şekilde takım tutar gibi bakmak da kamuoyuna yapıcı bir perspektif sunamıyor.

Nükleer yanlısı çevreler, nükleer enerjinin getireceği riskleri göz ardı ederek reaktör inşasını gözü kapalı savunurken, karşıt çevreler ütopik bir idealistlikle gerçekçilikten uzaklaşarak nükleer enerjiye topyekûn karşı çıkıyor. Bu süreçte iki tarafın da kalıplaşmış, belirli önyargıları aşamadığını, tarafların kimi zaman kulaktan dolma, kimi zamansa kasıtlı yanlış bilgilendirmelerle meseleyi kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz.

Türkiye’nin geleceği açısından çok stratejik olan meseleyi analiz ederken, konuya iki ana belirleyici unsur çerçevesinden yaklaşmalıyız. İlk belirtilmesi gereken, Türkiye’nin ve Türk ekonomisinin önümüzdeki 10 yıl içinde gerekli enerji yatırımlarını yapmadığı takdirde
2010 itibarıyla çok ciddi bir enerji sıkıntısı yaşayabileceği gerçeğidir. Bu olumsuz senaryonun gerçekleşmesini engellemek için ulusal enerji üretiminin artırılması, üretilen enerjinin verimli dağıtılması ve kullanılması, aynı zamanda da enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekiyor. Nükleer enerji, enerjide tehlike çanları çalmaya başlayan Türkiye’nin bu problemine çözüm getirebilecek potansiyele sahip.

İkinci belirleyici ana unsur ise nükleer enerjinin sıfır riskli bir enerji üretim metodu olmadığı, beraberinde önemli riskler de getirdiği gerçeğidir. Konunun salt siyah yahut beyaz olmadığını kavradıktan sonra ise bir müzakere ve diyalog yöntemiyle kararın bir oldu bittiye getirilmeden, toplumun ve bürokrasinin bütün kesimleri tarafından ciddi bir şekilde tartışılması, fayda-risk analizinin yapılması gerekiyor.

Nükleer enerjinin faydaları
Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden petrol ve doğalgazdaki (hidrokarbonlar) dış bağımlılık, gelecek nesillerin yaşamını ciddi şekilde tehdit eden küresel ısınma ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekliliği gibi etkenler, bize nükleer opsiyonunu ciddi şekilde ele almamızın şart olduğunu gösteriyor. Büyüyen ekonomisi, hızlı sanayileşmesi ve yükselen nüfusunun etkisiyle, Türkiye’nin toplam enerji ihtiyacı her sene ortalama yüzde 8 civarında artıyor. Bu artışı karşılayacak üretim kapasitesinin su anda çok uzağındayız. Türkiye`nin hidrokarbon kaynakları yok denecek kadar az. Her ne kadar son dönemde TPAO’nun Karadeniz Bölgesi’ndeki petrol arama çalışmaları umut verse de, henüz bu çalışmalardan somut bir kazanım elde etmek için çok erken. Rüzgâr, güneş,
hidro ve jeotermal başta olmak üzere yenilenebilir enerji alanında da coğrafi şartlarımız sayesinde ciddi avantajlarımız mevcut olsa da, bu metotlar topyekûn
enerji sorunumuzu çözmekten ziyade, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesinde önemli bir katkı unsuru sağlayacaktır.

Bu zorluklar karşısında nükleer sürdürülebilir bir enerji üretim metodu olarak karşımızda beliriyor. En son teknolojiyle donatılmış bir nükleer reaktör ve dikkatli tesis yönetimi ile uzun vadede istikrarlı elektrik üretimi gerçekleştirebilir ve küresel hidrokarbon fiyat şoklarından etkilenmeden ülkenin artmakta olan elektrik tüketiminin önemli bölümü karşılanabilir. Petrol ve doğalgaza bağımlılık ekonomimizi ciddi bir finansal risk altına sokuyor. Özellikle son dönemlerde yükselen petrol fiyatları neticesinde cari açık ve enflasyon başta olmak üzere ekonomik dengelerimizin ne kadar etkilendiği ortada. Nükleer enerji sağladığı bu fayda yüzünden, toplumdaki yaygın kanının aksine hâlâ dünyanın vazgeç(e)mediği bir enerji üretim metodu. 2008 itibarıyla dünyada 30 ülkede 441 işleyen nükleer reaktör mevcut ve bunlar dünya toplam enerji talebinin yüzde 17’sini karşılıyor. Son birkaç ayda İngiltere ve Fransa’da yeni nükleer reaktör inşaları gündeme geldi ve yasal düzenlemeler hazırlandı.
Nükleer enerji üretimi sadece enerji alanında değil, ulusal ekonominin diğer sektörlerinde de teknolojik gelişim açısından olumlu tetiklemeler yapabilecek potansiyele sahip. Türkiye’de nükleer sanayinin gelişmesi, tıp, bilişim, havacılık-uzay sanayii ve savunma sanayii gibi kritik alanlarda önemli katkılar sağlayacak, ülkenin yüksek katma değerli sektörlerinin gelişimi açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır. Bir diğer olumlu faktör ise ilerleyen teknoloji ve risk unsuru arasında ters orantının mevcut olması. Üçüncü nesil ve yakın gelecekte üretimine başlanacak olan dördüncü nesil nükleer teknolojiler öncekilerden çok daha güvenli. Daha önceki teşebbüslerin aksine, hükümetin çıkardığı 5710 sayılı kanun bağlamında, sadece en son ve ‘kanıtlanmış’ teknolojilerin nükleer yarışmada değerlendirilecek olması, riski azaltmada önemli bir katkı sunuyor. Bugünkü teknolojilerde Çernobil felaketi gibi, insan kaynaklı bir felaketin yaşanması gelişen otomasyon sistemi sayesinde çok daha küçük bir ihtimal.

Dünyada çevreci hareket de nükleer enerji konusunda tam ortadan ikiye bölünmüş durumda. Geçtiğimiz birkaç yılda dünyanın gündemine oturan küresel ısınma riskine karşı nükleer enerji etkili bir çözüm olarak görülüyor. Nükleer reaktörlerin düzgün kurulduğu, toksit atıkların düzgün bir şekilde yok edildiği ve ihtiyatlı işletildiği takdirde nükleer enerjinin çevreye hemen hemen hiç bir zararı yok. Bunları başarmak içinde hassasiyet ve disiplin gerekiyor. Bugün dünyadaki en önemli çevreci örgüt Greenpeace açık bir şekilde nükleer teknolojiye karşı çıkarken, Patrick Moore, James Lovelock ve Bruna Comby gibi yeşil hareketin önemli liderleri nükleer enerjiyi dünyayı küresel ısınmadan ve kirlenmeden kurtarabilecek bir enerji üretim metodu olarak değerlendiriyorlar. Bu süreçte dünyadaki nükleer karşıtı hareketin, istemeyerek de olsa bazen petrol lobisinin ekmeğine yağ sürdüğünün farkında olmalıyız. Nükleer enerjinin gelişmesi, petrol üreticisi ülkeler ve büyük petrol şirketleri için büyük bir tehlike olarak görülüyor.

Nükleer enerjinin riskleri
Yukarıda belirttiğimiz gibi sağlıklı bir sonuca varabilmek için meselenin olumsuz yanlarını da iyice irdelememiz gerekiyor. Nükleer reaktör kurmanın Türkiye için dört önemli risk faktörü var. Bunları teknik risk, terörist risk, doğal afet riski ve finansal risk olarak sıralayabiliriz. Teknik açıdan baktığımızda nükleer enerji üretiminin her aşaması kendine özgü riskler barındıran bir süreçtir. İnşasının, işletilmesinin ve atık depolamalarının herhangi bir kazaya mahal vermemesi amacıyla itinalı bir şekilde yapılması gerekiyor. Türkiye`nin bu alanda yetiştirdiği çok önemli bilim adamları olmasına rağmen, ilk etapta reaktör tecrübesi olan Türk yahut yabancı uzmanların inşa ve yönetim süreçlerinde yer alması gerekir.

Türkiye`nin yakından şahit olduğu Çernobil felaketi dünya üzerindeki en büyük nükleer felaket olarak tarihe geçti. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DTO) araştırmasına göre Çernobil felaketi akabinde dünyaya ABD`nin Hiroşima ve Nagazaki atom bombalamalarından tam 200 kat daha fazla radyasyon yayıldı. Teknik risk yeni teknolojiler kullanılırsa eskisi kadar çok değil. Fakat bu küçük ihtimalin gerçekleşmesi durumunda yaşanabilecek felaket çok büyük. Fakat şu anda bile halihazırda Türkiye`nin komşu ülkelerdeki üretim tesisleri nedeniyle önemli risk altında olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Örneğin, 1976 yılında üretime başlayan Ermenistan’daki ilk nesil eski Sovyet tipi Medzamor nükleer tesisi, Türkiye’yi ciddi ölçüde risk altına alıyor. Türkiye ve Azerbaycan’ın uluslararası teşkilatlara yaptığı itirazlara rağmen bugün Medzamor, Ermenistan’ın elektriğinin yüzde 40`ını üretmeye devam ediyor. Diğer bir komşumuz Bulgaristan’da da çalışmaya devam eden nükleer santraller mevcut. Yani 2008 yılı itibarıyla Türkiye halihazırda nükleerin bütün risklerine sahipken, potansiyel faydalarından kazanım sağlayamıyor.

Bir diğer ciddi risk faktörü ise tesislere yönelik terörist eylem olasılığı. Uzun yıllardır hem iç hem de dış kaynaklı terörizmin hemen her çeşidinden mustarip olan Türkiye’de, nükleer reaktörler ulusal ve küresel terör örgütlerinin başlıca hedefleri arasına girebilir. Bu senaryo ise Türkiye için tek kelimeyle kabus demektir. Türkiye’nin böyle bir riske hazır olup olmadığını çok iyi değerlendirmek gerekir. Eğer nükleer reaktör inşası Akkuyu ve daha sonra Sinop’ta gerçekleşirse, güvenlik kuvvetlerinin tesis yakınlarında ciddi bir tampon bölge oluşturma ihtiyacı ortaya çıkabilir. Üçüncü tehdit unsuru ise doğal afet riski. Türkiye doğal kaynaklı güvenlik tehditlerinden de nasibini almış, üzerinde yaşadığı coğrafya nedeniyle sürekli deprem tehdidi altında bir ülke. Son teknoloji nükleer santrallerinin yaklaşık dokuz şiddetindeki depremlere dayanabileceği söylense de, herhangi bir deprem anında küçük bir radyasyon kaçağının yaratabileceği felaket ciddi boyutlarda olabilir. Son olarak, meselenin finansal boyutu ise bir başka negatif etken. Nükleer santral kurulumunun ciddi bir sabit gideri olsa da, işletim masrafları hem üretici firmayla yapılan hazine taahhütlü satın alım anlaşmasına hem de yakıtın temin yöntemine bağlı olarak değişiyor. Reaktörün ömrünü doldurduktan sonra ortaya çıkacak söküm masrafları da bir başka negatif maddi unsur.

Karar sürecinde toplumsal uzlaşı gerekiyor
Sonuç olarak; çetrefilli karakteri yüzünden nükleer meselesinin, artıları ve eksileriyle Türkiye gündeminde tartışılması ve uzlaşılarak bir karar verilmesi gerekiyor. Ülke içerisindeki nükleer taraftarlarının ve nükleer karşıtlarının ezberlerini bozması, ülke geleceği için en sağlıklı kararın verilebilmesi için bir müzakere sürecinin başlatılması şart. Bugün üzerinde herkesin anlaşabileceği bir gerçek var ki o da Türkiye’nin enerji sorununa bir çözüm bulması gerekliliği. Bunu gerçekleştirmek için ise yenilenebilir enerji başta olmak üzere devletin özel sektörü yatırım için teşvik etmesi, petrol ve doğalgaza bağımlılığını azaltırken, diğer metotların da payının arttırılması gerekiyor. Hükümet dört sene önce bu eksende aldığı karar ile Türkiye’yi nükleer teknoloji ile tanıştırmayı amaçlıyor. Fakat, daha önceki teşebbüslerde olduğu gibi başarısızlıkla karşılaşılması da ihtimaller dahilinde. Bu sürecin başarıyla devam etmesi durumunda ise nükleer yarışma sürecinin liyakata dayalı olarak gerçekleşmesi, inşa ve elektrik üretim sürecinde toplumsal ve çevresel faktörlerin öncelikli olarak göz önüne alınması ülke güvenliği açısından olmazsa olmaz bir unsurdur.

Cenk Sidar :

Radikal 16.05.2008

Amerikan-Türk Konseyi, (ATC), Washington DC Enerji Programları Direktörü

FOTOGRAF : Antalya 'dan görüntüler... (Kendi Çektiklerimden)

Üçkapılar (Hadrianus Kapısı) / Antalya


Üçkapılar (Hadrianus Kapısı) / Antalya


Üçkapılar (Hadrianus Kapısı) / Antalya


Atatürk Parkı / Antalya


Falez Kavşağı / Antalya

Diğer Kendi çektiğim fotografları
Buradan veya Buradan
görebilirsiniz.


15 Mayıs 2008 Perşembe

TARİH : Ege 'nin iki yakasından insan öyküleri... Lozan Ahali Mübadelesi ...(BBC 'den)

İki Kere Yabancı


Lozan Ahali Mübadelesi Sözleşmesi'nin imzalanmasının üzerinden 81 yıl geçti.

İKİ KERE YABANCI
Yayınlanan Programlar

30 Ocak 1923'de imzalanan Lozan Ahali Mübadelesi Sözleşmesi'nde "Türk topraklarında yaşayan Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren zorunlu olarak mübadelesine başlanması" kararlaştırılmıştı.

Sözleşme uyarınca mübadillerden hiçbiri Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye'ye, Yunan hükümetinin izni olmadıkça da Yunanistan'a dönüp yerleşemeyecekti.

Mübadele kapsamına, İstanbul'da oturan Rumlarla, Batı Trakya'da oturan Müslümanlar alınmadı.

Aslında iki ülke arasındaki nüfus hareketleri, 1923 sözleşmesinden çok önce başlamıştı. İki tarafta da, savaşın başlaması ve o güne kadar varolan iyi komşuluk ilişkilerinin tehdit altına girmesiyle birlikte, büyük sayılarda göçler ve kaçışlar başgösteriyordu.

Girit'ten Ayvalık ve diğer Ege limanlarına, Ayvalık'tan Midilli'ye kaçışlar ve düzenli göçler, zorunlu mübadeleden çok önce başlayan nüfus hareketlerinin en önemli örneklerinden biri.

Bu hareketlerin başlamasından 80 küsur yıl sonra Mübadele Sözleşmesi'ni yeniden sorguladık, irdeledik.

BBC Türkçe Yayın Bölümünden Ayça Abakan, "İki Kere Yabancı" dizimiz için, İzmir, İstanbul, Ayvalık, Selanik ve çevresindeki kasabalarda, birinci, ikinci ve üçüncü kuşak mübadil ve muhacirlerle söyleşti, uzmanlar, araştırmacılar ve tarihçilerle geçen yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan bu zorunlu insan göçünü değerlendirdi.

(Bölüm 1 'den başlayarak dinleyebilirsiniz.)

(Buradan KopyalaYapıştır/CopyPaste yapılmıştır.)


Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi almak için :

www.lozanmubadilleri.org.tr



14 Mayıs 2008 Çarşamba

TARİH : Tarihe Tanıklık Etmiş Meydanlar... (Mimari)

Tarihe Tanıklık Etmiş Meydanlar

Tarih: 6 Mayıs 2008 Yazan: Burcu Öztaşkın - www.Arkitera.com

Bir kentin merkezi sayılan meydanlar, diğer kentsel mekan elemanları olan cadde ve sokak ağlarına göre, sosyal yaşamın daha fazla yansıtıldığı alanlar olma özelliğini taşıyor. Kullanıcının duygusal deneyim yaşadığı fiziksel ve psikolojik fonksiyonu olan bu alanlar, kullanıcıyı cadde ve sokaklardaki akıştan uzaklaştırıp koruma sağlayarak bir nevi özgürlük olanağı yaratıyor ki dünyadaki pek çok meydan Özgürlük Meydanı olarak adlandırılıyor. Sosyal yaşantının geçtiği mekanlar tarih boyunca Eski Yunan şehrinde agora, Roma döneminde forum olarak karşımıza çıkıyor.

Dünya tarihinde yer alan önemli olaylara sessizce ev sahipliği yapan bu iletişim mekanlardan bazılarını inceledik.

Kızıl Meydan (Moskova, Rusya) Red Square


Kaynak: Wikipedia

73.000 m²'lik bir alanı kaplayan ve Rusça'da aynı zamanda “güzel” anlamına gelen - Krasnaya Ploshchad, Kızıl Meydan'ı, Kremlin Sarayı’na ait 20 m yüksekliğindeki duvarlar, yapımı 1930’da tamamlanan Lenin Mozolesi ve çarpıcı soğan kubbeleri ile Aziz Basil Katedrali çevreliyor. 15. yüzyılda Kremlin'in duvarları tamamlandıktan sonra yapılan ve yapıldığı tarihten bu yana idamlara, gösterilere, geçit törenlerine ve mitinglere sahne olan meydan, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.

Son olarak dün tanklar, 100 tonluk kıtalararası gelişmiş füzeler ve diğer ağır silahlar eşliğinde Rus ordusu 9 Mayıs Zafer Günü provası için Kızıl Meydan'da gösteri yaptı.

Saray Meydanı (Saint Petersburg, Rusya) Palace Square


Kaynak: University of Technology, Sydney

Saray Meydanı, adını yaklaşık 3 milyon sanat eseri barındıran ve dünyanın en önemli müzelerinden bir olan Hermitage Müzesi’nin bulunduğu, eski Rus İmparatorluğu’nun merkezi Saint Petersburg kentinde 18. yüzyılda inşa edilen Kış Sarayı’ndan alıyor. Merkezinde 47,5 m yüksekliğinde bir sütun bulunan meydan 25 Ekim 1917’de Ekim Devrimi – Bolşevik Devrimi ve 22 Şubat 1905’de Kanlı Pazar’a sahne oldu.

Tiananmen Meydanı (Pekin, Çin)


Kaynak: Wikipedia

15. yüzyılda inşa edilen ve “İlahi Barışın Kapısı” anlamına gelen Tiananmen Meydanı, Yasak Şehir ile kentin diğer kısmını ayırmak amacı ile yapıldı. 1 milyon kişinin sığabileceği 440.000 m²'lik bir alana sahip dünyanın en büyük açık alanı ünvanına sahip meydan iki kez yangın geçirdi ve 1615’de yeniden düzenlendi. 1989 yılının 15 Nisan’ında başlayan ve yaklaşık 5 Haziran’a dek süren, toplumun farklı kesimlerinden yoğun katılımın olduğu Tiananmen Meydanı Olayları olarak anılan ve yüzlerce kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylara tanıklık etti.

Times Meydanı (New Tork, ABD)


Kaynak: boston.com

İsmini, 1904 yılında meydanda bulunan yeni binasına havai fişek kutlamaları ile taşınan New York Times gazetesinden alan Times Meydanı, ışıklı reklam tabelaları ile anımsanıyor. Gazete’nin başlattığı bir gelenek haline gelen havai fişek kutlamaları her yıl başında binlerce insanı bir araya getiriyor. Meydan hem New York kenti için bir sembol hem de dünya çapında bir simge olma özelliği taşıyor.

Trafalgar Meydanı (Londra, İngiltere)


Kaynak: Wikipedia

Adını 1805 yılında Fransız ve İspanyol donanmalarının yenildiği Trafalgar Savaşı'nda ölen Amiral Horatio Nelson'dan alan Trafalgar Meydanı, Ulusal Sanat Galerisi’nin ana giriş kapısı üzerinde yer alıyor. Meydanın ortasında 46 m yüksekliğinde, üzerinde Nelson’un 5,5 m boyunda heykeli bulunan granit bir sütun bulunuyor. 1820 yılında pek çok binanın yıkılması ile düzenlenen meydan, politik amaçlı gösterilerin sıkça sahne oluyor.

Concorde Meydanı (Paris, Fransa) Place de la Concorde


Kaynak: Wikipedia

1975 yılında yaptırılan ve çeşmeler ve heykellerle dolu olan meydan sekizgen bir forma sahip. Champs Elysees ile 250.000 m²'lik Tuileries Bahçeleri arasında kalan meydanın ismi Fransız İhtilaili sırasında bir süre Devrim Meydanı olarak değiştirildi. İhtilal sırasında gerçekleştirilen ve 14. Louis ve Marie Antoinette’in de aralarında bulunduğu 1.000’den fazla kişinin giyotinle idamı bu meydanda gerçekleştirildi.

Aziz Michel Meydanı (Paris, Fransa) Place Saint-Michel


Kaynak: Wikipedia

Fazla sert ve tutucu yönetim şekli ile eleştirilen Charles de Gaulle iktidarına karşı üniversiteli gençlerin 6 Mayıs 1968’de gerçekleştirdiği Kanlı Pazartesi olarak anılan gösteri ve grevler Sorbonne Üniversitesi'nde başlayarak Aziz Michel Meydanı’na kadar sürdü. Meydan, 1855’de yaptırılan ve üzerinde iki ejderha bulunan çeşme ile tanınıyor.

Potsdam Meydanı (Berlin, Almanya) Potsdamer Platz


Kaynak: Google Maps

İkinci Dünya Savaşı döneminde Amerikan ve Sovyet sektörleri arasındaki sınır kontrol noktası olan Potsdam Meydanı, tarihinde dördüncü kez başkent olan yeni Berlin’in simgesi olma özelliğini taşıyor. Meydan bugün iki dünya savaşı sırasında da ağır hasarlar alan kentin merkezi olma niteliğinde. Potsdam Meydanı alışveriş, kültür ve eğlence aktivitelerine ev sahipliği yapıyor.

Paris Meydanı (Berlin, Almanya) Pariser Platz


Kaynak: Wikipedia

Brandenburg Kapısı’nın 1790’da tamamlanmasının ardından, 1814’de Napolyon’a karşı kazanılan zaferi simgelemek adına Paris Meydanı olarak adlandırıldı. Brandenburg Kapısı II. Dünya Savaşı sırasında ağır hasar gördü ve 1898 yılında yeniden yapıldı. Avrupa’nın en prestijli meydanlarından olan Paris Meydanı bugün pek çok gösteri ve kutlamaya ev sahipliği yapıyor.

Aziz Peter Meydanı (Roma, İtalya) Saint Peter’s Square


Kaynak: Wikipedia

Vatikan kentinde Aziz Peter Bazilikası’nın önünde yer alan Aziz Peter Meydanı, 1656-1667 yılları arasında Gian Lorenzo Bernini tarafından tasarlandı. Merkezinde 25,5 m yüksekliğinde bir Mısır obeliski bulunan meydan, Katolikler için büyük önem taşıyor.

San Marco Meydanı (Venedik, İtalya) Piazza San Marco


Kaynak: carnivalofvenice.com

Her yıl Paskalya Bayramı’ndan 40 gün önce Venedik Karnavalı’na ev sahipliği yapan San Marco Meydanı, etrafını çevreleyen han ile Venediklilerin deniz ticaretinin merkeziydi. Adını San Marco Kilisesi’nden alan ve Venedik’in ulaşım, ticaret ve eğlence merkezi olan meydan dünyanın en güzel meydanları arasında yer alıyor.

Mayo Meydanı (Buenos Aires, Arjantin) Plaza de Mayo


Kaynak: losmejoresdestinos.com

Arjantin‘in başkenti Buenos Aires‘in ünlü Mayo Meydanı, adını 1810 yılında gerçekleşen Mayıs Devrimi sonrasında aldı. 16. yüzyılda yapılan meydan, ilk günden beri politik yaşamın sahnesi oldu. 1976’da askeri cuntanın yokettiği 30.000 kayıp kişiyi arayan ve askerler tarafından Perşembe Delileri olarak nitelendirilen Mayo Meydanı Anneleri her perşembe bu meydanda toplanmaya devam ediyor.

Özgürlük Meydanı (Tahran, İran) Azadi Square (Shahyaad Square)


Kaynak: Wikipedia

Meydana 1971 yılında Pers İmparatorluğu’nun 2.500. yılı kutlamaları şerefine kentin girişini sembolize etmesi adına Shahyaad Kulesi yaptırıldı. "Şahları Anma" anlamına gelen Shahyaad ismi 1979 İran Devrimi ile Özgrülük Anıtı olarak değiştirildi. Meydanın ismi de bu gelişmelere paralel olarak Özgürlük Meydanı oldu. Meydan, İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması sırasında Şah Rıza Pehlevi yönetimine karşı yapılan gösteriler sırasında sert çatışmalara sahne oldu.

Türkiye’den Meydan Örnekleri

Taksim Meydanı (İstanbul, Türkiye)


Kaynak: Wikipedia

Meydan adını, eskiden Galata-Beyoğlu suyunun taksim edildiği, Taksim Maksemi'nden aldı. Meydanın ortasında bulunan Cumhuriyet Anıtı, İtalyan heykeltraş Pietro Canonica'ya yaptırılarak, 1928 yılında yerine yerleştirildi. Aynı zamanda kültür,eğlence ve büyük bir alışveriş merkezi olan İstiklal Caddesi’nin girişinde yer alan Taksim Meydanı, 1 Mayıs 1977’de onlarca kişinin öldüğü Kanlı Pazar gibi pek çok olaya sahne oldu. Meydan aynı zamanda çeşitli festival ve kutlamalara da ev sahipliği yapıyor.

Beyazıt Meydanı (İstanbul)


Kaynak: mustafacambaz.com

Bizans Dönemi’nde kentin en büyük forumu, Osmanlı Döneminde ise bir saray meydanı olan, Tarihi Yarımada’nın merkezinde bulunan Beyazıt Meydanı’nda Cumhuriyet tarihi boyunca pek çok gösteri ve protesto düzenlendi. Bunların en önemlilerinden biri de 16 Şubat 1969’da ABD'nin İstanbul Boğazı'na demir atan 6. filoyu protesto mitingi oldu.

Kızılay Meydanı (Ankara)


Kaynak: wowTURKEY.com

Kızılay Meydanı, Ankara'nın en işlek caddelerinden Atatürk Bulvarı'nın Ziya Gökalp Caddesi ve Gazi Mustafa Kemal Bulvarı ile kesiştiği noktada yer alıyor. Adını Kızılay kurumundan alan meydanın hem Metro hem de Ankaray bağlantısı bulunuyor. Haftanın her günü kalabalık ve hareketli olan meydan da kutlamalara ve gösterilere tanıklık ediyor.

Konak Meydanı (İzmir)


Kaynak: Ege Life

Kemeralti Çarşısı, hükümet konağı, saat kulesi, ilk kurşun anıtı gibi tarihsel ve sembolik öğeler barındıran meydan en son 14 Nisan 2007’de yoğun katılım olan Cumhuriyet Mitingi’ne tanıklık etti.

Tarihsel süreç içinde Türk kentlerinde, gerçek anlamda meydan kavramının gelişememiş olduğu görülüyor. Günümüzde sınırlayıcı yapı kütlelerinin meydanı kapatmaya yönelik ele alınmaması, aralarında cephe düzenleri açısından bir bütünlük bulunmaması ve alanların iyileştirilmesine yönelik girişimlerde, çevre yapıların bu girişimlerin dışında tutulması gibi nedenlerden dolayı, mekansal tanıma sahip olmayan geniş açıklıkların ve büyük kavşakların meydan olarak adlandınldığı bir süreç yaşanıyor. Bu alanlar, yalnızca transit geçiş alanı olmaktan kurtarılarak, insanların kültürel, politik ve ticari aktiviteler için biraraya gelebileceği kentsel odak noktaları haline getirilerek toplumumuzda meydana olan ihtiyaca cevap verebilirler. 1

1 Dağistanlı, Ö., 1997, Meydanın Evrimi, Mekansal Analizi Ve Sosyal Açıdan Önemi, İTÜ - Yüksek Lisans Tezi, İstanbul

(Buradan CopyPaste/KopyalaYapıştır yapılmıştır.)

VİDEO : İzlemeye değer. 12 Çinli kızdan Ethem Efendi klasiği ...

12 Girls Band - An Old Turkish Theme
12 tane Çinli hanım, otantik Çin çalgilarıyla, klasik bir Türk ezgisinin nasıl çalınabileceğini göstermişler.



(Kinaye_M.K.Bora 'ya teşekkürler)

13 Mayıs 2008 Salı

MİMARİ : Kültürel Mirasın Koruyucusu Eğitimdir...

Kültürel Mirasın Koruyucusu Eğitimdir Diyen Küçük Büyük Gönüllü Yürekler Bir Arada...

Tarih: 5 Mayıs 2008 Yazan: Deniz Boran www.arkitera.com

Fotoğraf: TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Arşivi

Sahip olduğumuz tarihi ve kültürel mirasın umarsızca yok edildiği bir dönemde mimarlar, öğretmenler, farklı kuruluşlar ve mimarlık öğrencilerinin doğa ve kültür varlıklarının araştırılması, korunması, bilginin genç kuşaklara aktarılması, çocuklarda kentlilik bilincinin oluşturulmasına yönelik çalışmaları ve çabaları küçük bütçeler ama gönüllü yürekler ile devam ediyor.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını’nı geride bıraktığımız bu günlerde, İTÜ Mimarlık Fakültesi “Çocuk ve Tarihi Çevre Çalışmaları” konulu bir toplantıya ev sahipliği yaptı.

3 Mayıs 2008 Cumartesi günü saat 09:30-17:00 saatleri arasında gerçekleştirilen toplantının ilk oturumunda Türkiye’nin doğal ve kültürel mirasını korumak amacıyla 1990 yılında kurulan ve kent-havza-bölge-ülke ölçeğinde geliştirdiği projeler ile adını duyuran ÇEKÜL (Çevre Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı), Ankara Mimarlar Odası ve İTÜ Mimarlık Fakültesi’nce yürütülmüş olan kültürel miras, tarihi çevrenin korunması için çocuklara gerekli bilincin verilmesi bunun yanında daha yaşanılabilir mekanların oluşturulması amaçlı çocuk-tarhi çevre-mimarlık çalışmaları anlatıldı.

Açılış konuşmasını yapan, İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr. Zeynep Kuban, farkında olmadığımız gibi çocuklara da tanıtamadığımız eşsiz bir doğa ve kültür mirasına sahip olduğumuzu, bu toplantının esas amacının ise farklı kurum ve kişilerce yürütülen çocuk ve tarihi çevre konulu çalışmaların ilk kez bir araya getirilerek aynı amaca hizmet etme gönüllüsü insanların tanışmalarını, deneyimleri ışığında fikir alışverişinde bulunarak daha etkili projelerin oluşmasını hedeflediklerini belirtti.

Toplantıda ilk sözü alan, ÇEKÜL Vakfı’ndan Yeşim Dizdaroğlu, 2003 yılından bu yana devam eden ve esas amacı çocuklara kentlilik bilincini kazandırmak, yaşadıkları kentteki doğal ve kültürel zenginliklerin farkına varmalarını sağlamak olan “Kentler Çocuklarındır” adlı kültürel eğitim programı çalışmalarını anlattı.

Çalışmaların 2003-2005 yıllarını kapsayan ilk kısmının ÇEKÜL Vakfı’nın 1998’de başlattığı ve mimarlık, şehircilik çevrelerinde de adını duyuran “7 Bölge-7 Kent Projesi” nin bir alt projesi olarak UNESCO’nun da desteği ile ortaya çıktığını belirten Dizdaroğlu, Akseki, Talas, Midyat, Kemalye, Kastamonu, Mudanya, Birgi kentlerinde vakfın yerel işbirliklerini kullanarak kentlilik ve koruma bilincini çocuklara kazandırmaya yönelik faaliyetlerde bulunduklarını aktardı. Bu çalışmanın sonucunda, yaşadıkları kenti ulusal gündemde temsil ve kendilerini ifade etme özgüveni kazanmış 105 Kültür Elçisi çocuğun 2005 “Kültür Elçileri İstanbul Buluşması”nda biraraya gelerek bir bildirge eşliğinde kentlerini anlattıklarını hatırlattı.

Programın 2006-2008 yılları arasında gerçekleşen ikinci ayağında ise Tarihi Kentler Birliği (TKB)’nin desteğini alarak yoluna devam eden ÇEKÜL Vakfı, bu birliğin üyesi olan Muğla, Şanlıurfa, Kayseri, Amasya, Diyarbakır, Midyat ve Kars illerinde; yerel yönetim politikalarında tarihsel ve doğal çevre korumasına öncelik veren, kent kültürünü, sivil toplum katılımını ve toplumsal duyarlılığın gelişimini ön planda tutan bir yol izlediklerini belirtti. Bu doğrultuda 146 çocuğa, görerek, hissederek, yaşayarak öğrenmelerini sağlamaya yönelik müze, ören yeri gezileri, kentin yaşlılarıyla yapılan sohbetler yaratıcılıklarını geliştirmeye ve ne düşündüklerini, istediklerini, hissettiklerini anlayabilmeye ve aktarabilmelerine yönelik oyunlar, seramik, resim, maket yapma vb farklı faaliyetler verildi. Dizdar, tüm bu faaliyetleri öğretmenler ve diğer gönüllüler ile beraber yürütülen bu faaliyetler sırasında bir yerel bir eğitim kılavuzuna bağlı kalındığını ve ÇEKÜL Vakfı’nın 2008 yılında da TKB üyesi belediyelerle ortak hareket edilerek 10 kentte daha 300 çocukla kültürel eğitimin yaygınlaştırılmasını amaçladığını vurgulayarak konuşmasını tamamladı.

Toplantının ikinci konuuğu, Ankara Mimarlar Odası bünyesinde 2002 yılında başlatılan ve halen gönüllü olarak yürütülen “Çocuk ve Mimarlık Çalışmaları”nı anlatmak üzere Tezcan Karakuş Candan ve Gökçe Şimşek’di. Candan, çalışmalarındaki kent kültürünü kavratarak kentlilik bilincini kazandırma amaçlarının sadece çocukları kapsayan bir eğitim sürecini içermediğini, çocukla diyalog kurabilmek için toplumun birçok kademesi ile ilişki içerisinde olmak gerekliliğinin doğduğundan söz etti. Mimarlığın ise, yalnız yapı ölçeğine indirgenecek bir meslek dalı olmadığına tarihi çevre, fiziksel çevre, kent planlama, toplumsal ilişkielrdenkopmuş bir mimarlığın düşünülemeyeceğine işaret eden Candan, mimarlık kültürünü çocuk kültürü ile buluşturmanın, toplumla kaynaştırmanın, herkesçe paylaşılmasını sağlamanın karşılıklı gelişen bir eğitim- öğrenme süreci ile mümkün olduğunu vurguladı.

Çalışmalarında ÇOKAUM (Ankara Üniversitesi Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi)‘ndan destek aldıklarını özellikle vurgulayan Candan, MEB’ndan özel izin alarak projelerin gerçekleştirildiği okullarda yürütülen çalışmalarda, mimarların ve çocukların kültürlerinin ortaya konduğu zengin ve kolektif bir çalışma ile yaratıcılıklarının ortaya çıkarılmasını sağladıklarını belirtti. Candan ayrıca, bu eğitim faaliyetlerinin çevrelerini daha iyi tanıyan, kentlilik bilinici, koruma duygusu gelişmiş, geleceğe yönelik bir şeyler yapıyor olmanın, not kaygısı olmaksızın kendisine söz hakkı tanınıyor olmasının verdiği özgüveni kazanmış çocuklar yetiştiren bir sisteme oturduğundan ve geliştirdikleri “Çevre Dostu” kavramından bahsetti.

Tüm projenin çocuğun oyun algısı üzerinde kurgulandığına değinen Candan, bu aşamada oyunlar ve bilmecelerden, bilinen hikayelerden (Küçük Prens) vb. yararlandıklarını ekledi. Mimarlık öğrencilerinin de çocuklara yönelik eğitim amacına hizmet etmek üzere kendi projelerini oluşturmaları ve ÇUKOUM ile birlikte belirli formata uygun hale getirmeleri halinde, uygulayabilecek olmaları toplantının heyecan verici notlarındandı.

Çalışmalarının devlet ve özel okullardaki 7-12 yaş arası cocuklarda uygulandığını belirten Candan, kültürel bilinci geliştirme yanında, çocuklarla küresel ısınma, yerel yönetim vb. güncel konular üzerine de fikir ve bilgi sahibi olmalarını sağlayıcı kavramsal çalışmalar yürüttüklerini ekledi.

Bu çalışmaların sınıf ortamına bağlı kalınmayarak müze, park, sinema, hastane, hapishane, sokak vb. farklı mekanlarda da maket yapımı, senaryo yazma, günlük tutma, uygulamaya yönelik okul bahçesi düzenleme fikri geliştirme, geziler vb. etkinlikler ile gerçekleştirildiğini anlatan Candan, 2002-2007 arasında 200’e yakın okulda 9000 çocuk ile buluştuklarını belirtti. Ayrıca ilgili okulun bululunduğu il, il içinde yer aldığı semt, devlet ya da özel okul olmasına bağlı olarak karşılaşılan farklı sonuçların, mimarlığın toplumsal ve sosyal durumlar ile ne kadar iç içe bir disiplin olduğunu bir kez daha gün yüzüne çıkardığına ve buluşmaların çocuğun toplumsal konumlanışı üzerinden farklılaştığına değinilen konuşmada, farklı diller, farklı mekanlar, farklı gelir grupları, farklı kültürler, farklı hayalleri ve farklı gelecek beklentilerinin doğurduğu sonuçların atölyelerine ve projelerine yansıdığını, esas amacın ise zengin, mahkum, göçmen, yoksul ayırdedilmeden tüm çocuklara ulaşmak olduğu aktarıldı.

Toplantının yine Ankara Mimarlar Odası’ndan olan katılımcılarından Gökçe Şimşek, 2004 yılında başlatılan “Koruma ve Çocuk” çalışmalarında, soyut bir kavram olan korumanın çocuklara uygun bir şekilde anlatılmasını, kültür varlıklarına, tarihi çevreye, yakın çevrelerine ilgi ve meraklarının uyandırılmasını, farkındalığın geliştirilmesi ve böylelikle koruma bilincinin özümsenip içselleştirililmesini sağlamayı amaçladıklarını belirtti.

İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Yard. Doç.Dr. Zeynep Kuban, yüksek lisans öğrencisi Cenk Hasan Dereli ve Gül Cephanecigil’in de söz aldığı oturumun üçüncü bölümünde ise, son 30 yıldır artan inşaat faaliyetleri nedeniyle, bugün eski güzelliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya olan İstanbul’un güzide semtlerinden Anadolu Hisarı’nda yaşayan çocuklar ile kültürel değerleri tanımaları, yaşadıkları çevrenin ayrıcalığını farketmeleri, daha yaşanılabilir bir mekanda olma hayallerini gerçekleştirmeleri adına yapılan çalışmalara ilişkin deneyimler aktarıldı. Bir zamanların güzel Göksu Deresi, halka açık olmayan Hisar Kalesi, iskele meydanı, çevredeki boş, çöplük haline gelmiş bakımsız alanlar üzerine çocuklar, mimarlık öğrencileri ile workshoplar düzenlendiğini belirten Kuban, tıpkı mimarlık ve şehircilik eğitimlerinde olduğu gibi geziler ile mekanı tanıma sonrası sorunların ortaya konarak senaryolar eşliğinde çözüm arandığını, yapılan maketlerin, hazırlanan projelerin sergiler eşliğinde sunulmalasının sağlandığını vurguladı. Kuban, bu gönüllü eğitim çalışmasına başlamak için bizzat gidip okullar ile görüştüğünü, öğretmenlerden pedogojik formasyon aldıklarını da ekledi.

Katılımcılardan Cenk Hasan Dereli, kurulan senaryolardan hareketle ek mimari bir oluşumu da çocuklar ile beraber geliştirmek, çocukların hayal güçlerini ve isteklerini somut hale getirebilecekleri bir çalışmayı ortaya çıkarmanın da mümkün olduğunu göstermek arzusuyla okulda bir ek bina oluşturma gayretlerini ve çocukların projedeki etkisini azaltmadan, dışarıda bırakmadan onlara katılıp fikirlerini sonuca ulaştırmalarında takipçi ve yardımcı olduğunu aktardı.

Gül Cephanecigil ise, bir yapıyı, bir kentsel mekanı önemli, farklı kılanın oradaki yaşanmışlık olduğunu, yerel kimliğin ve aidiyetin tam da buna karşılık geldiğini, mirasın farklı anlamlara da gelebileceğini aktarmak üzere yürüttükleri çalışmaların neticesinde, çocukların ortaya çıkardıkları yaratıcı oyun-drama arası faaliyete değindi.

Toplantı, Gülay Sert’in “Çatalhöyük Çocuk Arkeoloji Atölyesi”, Gülin Pazaroğlu’nun “Turist Rehberleri Vakfı Çocuk Müze ve Proje Çalışmaları”, Kadriye Tezcan Akmehmet ve Mina Kiraz’ın ise “Müzelerin Tarih Eğitimindeki Rolü: İstanbul Arkeoloji Müzeleri Okul-Müze Günleri Eğitim Programı” uygulamalarına yönelik anlatımları ile son buldu.

Buradan CopyPaste/KopyalaYapıştır yapılmıştır.

Son Eklenenler...

En Çok Okunanlar...

Fenerbaçe taraftarıyım...

FOTOGRAF

KARİKATÜR ve MİZAH

YARARLI BİLGİLER

OTOMOTİV

Ziyaretçilerim...

Beğendiğim Sözler...

"Şükretmek, yaşamımıza daha çok şey katmanın mutlak yollarından biridir"
Marci SHIMOFF

"Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım."

Necip Fazıl Kısakürek


"Dünya, Kötülük yapanlar yüzünden değil,
sayıları daha çok olduğu halde, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."
Albert Einstein.


Güneş; Işık ve Sıcağından yarar sağlamak için kendisine yalvarılmasını beklemez.
Sende güneş gibi ol, beklenen iyiliği senden istenmeden yap...
Epiktetos.



İnsan gülebildiği kadar insandır.
Moliere.


Hiç bir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma, geri dönmek isteyebilirsin.
Don Herald.


Unutma ki, ağzında bal olan Arı 'nın, kuyruğunda da iğnesi vardır..
John Lyly


Hayata değer bir yaşam,Sevmeye değer bir aşk, Dostluğa değer bir arkadaşlıktan asla vazgeçme.
Ne eksik ne fazlasını ara ve Seni üzenle asla uğraşma.
(Bilinmiyor)


Benim başarı konusunda bildiğim tek şey, Başarmak konusundaki kararlılıktır.
William Feather.


İnsan başkalarını aldatma alıştırmasını önce kendinde yapar.
Refik Halit Karay


Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Hz.Mevlana

30.11.2007 den itibaren...

***