Amerika Kızılderilileri, Altay, Saha Sire ve Anadolu Türklerinde Yaratılış Destanları -I-
Ahmet Ali ARSLAN
aaarslan2002@yahoo.com
www.haberakademi.net
Kuzey Amerika’da yaşayan Kızılderili kabilelerinin çoğunda yerin ve insanın yaratılışına dair efsaneler var. Bu efsanelerde Yerin yaratılmasıyla ilgili olarak “istifade” edilen hayvan ve “malzeme”nin bölgenin özelliği ve coğrafyasına göre farklılıklar gösterdiğini böylelikle efsanelerde bir “coğrafya” belirdiğini söyleyebiliriz. Anlatılan efsanelerde Yerin yaratılmasında rol alan hayvanlardan o bölgenin coğrafyası hakkında bir fikir edinmemiz mümkündür. Amerika kıtasının kuzey kesimlerinde yaşayan Yerli Kızılderili kabileleri arasında anlatılan yerin Yaratılması ile ilgili efsanelerde adı geçen hayvanların özellikle Kara kaz, karabatak, Yaban Ördeği olduğu halde, Amerika’nın güneyinde yaşayan kabileler arasında çoğunlukla bataklık ve durgun sularda yaşayan Kunduz, Kurbağa, İstavrit, Örümcek gibi hayvanların ve canlıların Yerin yaratılması olayında rol aldıklarını görüyoruz. Bu durum bize, Yerli Kabilelerin yerleşme merkezlerinin ve efsanelerin coğrafyasını çıkarmamızda yardımcı olmaktadır. Kuzey Amerika Yerli Kızılderili kabilelerinin, kendi doğma topraklarını işgal ettikleri ve onları haksız yere katlettikleri için, “Soluk Yüzlü” beyazlara yaklaşmaları ve onlarla kaynaşmaları çok zor olmuştur. Kızılderililerin hakkında bildiklerimiz, ölümlerine yakın günlerde konuşan ve bildiklerini anlatan Kızılderili Şamanları ve bilge kişilerinin anlattıklarına dayanmaktadır. Amerikan Yerlilerinin en büyük ve güçlü Şamanlarından Black Elk (Kara Geyik) ölümünden önce, Kızılderililerin bazı inançlarını açıklayarak, kendisinden önce bu bilgileri kimseye anlatmadan vefat eden veya öldürülen Kızılderili Şamanlarından oldukça farklı davranmıştır. Kızılderili kabileleri arasında yaşayan eski Kızılderili kültürünün izleri, Orta Asya’nın “Atlı Medeniyeti” ve diğer inançlarıyla büyük bir paralellik göstermektedir. Altay Türkleri arasında yaşayan ve Radloff tarafından derlenen Altay efsanelerinde olduğu gibi, Kuzey Amerika yerli Kızılderili kabileleri arasından derlenen destan ve efsanelerde Yeri yaratanın kimliği açık olarak belli değildir. Sadece yeri “yaratandan” ve onun bu kuvvet ve “kudret”i aldığı “yüce” bir makamdan bahsedilmektedir. Hatta bazı Kızılderili kabilelerinin Yaratılış efsanelerinde, erkek ve kadının yaratılması safhasında özellikle, “Kaplumbağanın kaburgası” ve “Erkeğin sol kaburgası” sözleri yer almaktadır. Bunlar insanı şaşırtacak kadar, Orta Asya Türk boyları arasında yaşayan Yaratılış efsanesi ile büyük bir paralellik göstermektedir. Kuzey Amerika’daki Yerli Kızılderili kabilelerinden bazılarında tespit edilen Yerin Yaratılışı efsanelerinden örnekler verdikten sonra, şimdi de Radloff’un derlemiş olduğu Altay efsanelerinde Yerin yaratılmasıyla ilgili kayıtlara bakalım. W. Radloff tarafından derlenen Altaylardaki Yerin Yaratılışı ile ilgili efsane şöyle başlıyor:“...Dünya yaratılmadan önce, kâinat tamamen suyla kaplıydı. Yer, Gök, Ay, Yıldızlar ve Güneş henüz yaratılmamıştı. Yaratıcı Kuday’ın yanında başka bir “kişi” daha vardı. Bunlar devamlı olarak konacak yer olmadığı için Kara Kaz şeklinde uçsuz bucaksız suyun üzerinde uçup duruyorlardı. Kuday, hiçbir şey düşünmüyordu. “Kişi”, etrafta rüzgar çıkarıp suyu dalgalandırdığı zaman, Kuday’ın yüzüne bir miktar su sıçradı. Bu “kişi” kendisinin Kuday’dan daha güçlü olduğunu sandı. Sonra suya daldı. Az daha boğulacaktı. “Kuday bana yardım et,” diye yalvarmağa başladı. Kuday, “Yukarı çık,” diye emretti ve o suyun yüzüne çıktı. Kuday şöyle emretti,” Burada bir taş yaransın.” Suyun derinliklerinden bir taş suyun yüzüne çıktı. Kuday, yanındaki “kişi” ile sudan çıkan bu taşın üzerine oturdular. Kuday bu “kişi”ye, “Suyun dibine dal ve oradan çamur çıkar,” diye emretti. “Kişi”, suyun dibine daldı ve oradan getirdiği çamuru Kuday’a verdi. Kuday bu çamuru suyun üzerine atarak, “Burada bir Yer yaransın,” dedi ve orada bir kara parçası belirmeğe başladı. Böylelikle suyun üzerinde bir kara parçası yaranmış oldu. Kuday, bu “kişi”ye tekrar suya dalıp oradan yine bir miktar çamur çıkarmasını emretti. “Kişi” tekrar suya daldı ve suya daldığında kalbini bozdu ve kendi kendine, “ben kendim için de biraz çamur çıkarayım,” diye mırıldandı. İki elini çamurla dolduran “kişi” kendisi için de bir parça çamur saklamak gayesiyle bir parça çamuru ağzına koyarak gizletti. “Kişi” Kuday’dan gizli olarak kendisi için bir “yer” yaratmak sevdasındaydı. “Kişi” suyun yüzüne çıktıktan sonra, elindeki çamuru Kuday”a verdi. Kuday bunu da suyun üzerine serpti ve serptiği yerde de bir kara parçası oluşmağa başladı. Bu arada, “kişi”nin ağzına sakladığı çamur giderek büyümeğe başladı. Az daha boğulup ölecekti. Kuday’dan uzaklaşıp bir yerde saklanmak istedi. Fakat ne tarafa baktıysa, Kuday’ı yanında buldu. Boğulup öleceğini anlayan “kişi” Kuday’a yalvarmağa başladı. “Ey güçlü Kuday, bana yardım et,” dedi. Kuday ona hitaben, “Sen ne yapmak istiyorsun? Ağzına çamur saklamayı mı düşündün yoksa? Bu çamuru ne yapacaktın?,”diye çıkıştı. “Kişi” Kuday’a, “Ondan kendime bir yer yaratmayı düşünmüştüm,” diye cevap verdi. Kuday ona “Yere at ağzındaki o çamuru,” diye bağırdı. “Kişi” ağzındaki çamuru tükürünce, onlar etrafa dağıldı ve küçük tepecikler meydana geldi. Sonra Kuday “kişi”ye dönerek, “Şimdi sen günah işlemiş sayılırsın. Bana karşı fenalık yapmak istedin. Bundan sonra sana inanan insanların düşünceleri de seninki gigi hayırsız olacak. Bana inanan insanların düşünceleri berrak ve temiz olacak ve onlar ışığı, aydınlığı ve güneşi görecekler. Bundan böyle benim adım “Kurbustan”, senin adın”Erlik” olarak anılacak. Günahlarını benden gizletenler senin, senden gizletenler ise benim taraftarım olsun,” dedi. Orada, dalsız ve budaksız bir ağaç bitmişti. Kuday bu ağacı gördü ve, “Dalları olmayan bir ağaca bakmak hiç de hoş bir şey değil, bunda dokuz tane dal bitsin,” diye buyurdu. Ağaçta dokuz tane dal bitti. Kuday yine şöyle dedi, “Bu dokuz daldan dokuz tane insan türesin ve bunlardan da dokuz tane ayrı millet olsun”. Erlik, kalabalık bir insan sesi işitti. “Acaba bu gürültü de neyin nesidir?,” diye merak etti. Kuday, “Sen de bir hakansın, ben de. Bu gürültüsünü işittiğin halk benim tebaamdır,” dedi. Erlik, bu halkın kendisine verilmesini istedi. Kuday, “Hayır, onu sana vermeyeceğim. Sen kendi başının çaresine bak,”dedi. Erlik, “Şu Kuday’ın tebaasını bir yakından göreyim,”dedi ve kalabalığa doğru yürüdü. Erlik bir yere geldi ve insanlar, çeşitli kuşlar ve hayvanların yaşadığı kalabalık bir topluluk gördü ve kendi kendine, “Kuday bunları nasıl yaratmış? Bunlar ne içip, ne yiyorlar, neyle geçiniyorlar?,”diye sordu. Burada yaşayan insanlar bir ağacın meyveleriyle besleniyorlardı. Ağacın bir tarafında yetişen meyveleri yiyor fakat diğer tarafta yetişen meyvelere dokunmuyorlardı. Erlik onlara neden bu meyvelerden yemediklerini sordu. Orada bulunan insanlar ona cevap verdi ve dediler ki, “Kuday bize bu dört dalda olan meyvelerden yememizi yasak etti. O bize Güneşin doğduğu taraftaki meyvelerden yememizi buyurdu. Yılan ve Köpeğe de bu dört yasak daldan meyve yemek isteyenlere mani olmasını emretti. Bundan sonra Kuday Göğe kalktı ve bu beş dalın meyveleri ise bizim erzak kaynağımız oldu”. Erlik, buradaki insanlardan bu sözleri duyduktan sonra, Törüngey adlı bir kişiyi buldu ve ona “Kuday doğru söylememiş, siz bu dört dalın meyvelerinden de yiyebilirsiniz,” dedi. Dallara bekçilik eden yılan uyuyordu. Erlik onun ağzına girdi ve yılana, “Bu ağaca çık,” dedi. Yılan ağaca çıktı ve yasak edilen meyvelerden yedi. O sırada Törüngey ve karısı Eje bahçede birlikte geziniyorlardı. Erlik onları da yoldan çıkardı ve onlara “Bu meyvelerden yiyin,” dedi. Törüngey, ilk önce yemek istemedi, ama karısı dayanamayıp onlardan birini yedi ve ona çok tatlı geldi. Meyveden kocasının ağzına sürdü. O anda onların ikisinin de vücutlarındaki kıllar döküldü. Çok utandılar ve ağacın dalları arkasına saklandılar. Bu arada Kuday geldi. Kudaya görünmemek için gizlendiler. Kuday haykırarak, “Törüngey, Eje neredesiniz?,” diye sordu. Onlar bu sese cevap vererek, “Ağaçların altındayız, bu şekilde senin yanına gelemeyiz,” dediler. Yılan, köpek, Törüngey ve Eje kabahatlerini kabul etmediler ve suçu hep birbirinin üzerine attılar. Kuday yılana,”Şimdi sen Körmös oldun. İnsanlar sana düşman olsun, seni gördükleri yerde vurup öldürsünler. Kuday daha sonra Eje’ye döndü, “Yasak meyveleri yedin. Körmös’ün sözüne uydun, bundan sonra sen hep gebe kalacak, çocuk doğuracak, doğum sancıları çekecek ve sonra öleceksin,“dedi. Törüngey’e ise şöyle seslendi, “Körmös’ün verdiğini yedin, beni dinlemedin, onun sözüne kandın, Körmös’ün sözüne kananlar onun ülkesinde yaşayacaklar, benim “ışığımdan” mahrum olacaklar ve “Karanlık dünya”da kalacaklar. Körmös bana düşman oldu ve sen de ona düşman kesileceksin. Eğer sen de benim gibi düşünmüş olsaydın, şimdi benim gibi olurdun. Senin dokuz tane kızın ve dokuz tane de oğlun olacak. Bundan sonra ben insan yaratmayacağım. İnsanların doğumundan sen mesul olacaksın.” Kuday Körmös’e dönerek, “ İnsanları neden aldattın?,” diye sordu. Körmös Kudaya, “Ben onları senden istedim, sen onları bana vermedin. Ben de bu yolla onları senden çalmak istedim. Onlar benim elimden kurtulamaz, ata binip kaçsa bile, attan düşürüp ele geçireceğim. İçki içip sarhoş olsa, dövüştürüp alacağım. Suya girse, ağaca çıksa, ne yaparsa yapsın yine alacağım,” dedi. Kuday Körmös’e şöyle dedi: “Yerin yüz kat altında güneş ve ayın ışığını görmeyen kapkaranlık bir dünya var. Ben şimdi seni oraya gönderiyorum.” Sonra yarattığı insanlara dönerek,”Bundan sonra sizin için erzak vermeyeceğim. Kendi geçiminizi çalışarak kendiniz temin edin. Ben sizinle doğrudan doğruya konuşmayacağım. Size Maytere’yi göndereceğim ve onun vasıtasıyla sizlerle konuşacağım,” dedi. Daha sonra, Kuday’ın emriyle Maytere geldi. İnsanlara çok şeyler öğretti. Araba yaptı. Yemek olarak türlü otların köklerini ve ısırgan otunu gösterdi. Erlik, Maytere’ye yalvardı, “Ey Maytere, benim için Kudaya yalvar, bana izin versin kendisiyle görüşeyim,” dedi. Erlik’in huzura kabul edilmesi için Maytere Kuday’a tam altmış yıl yalvardı. Kuday Erlik’e, “Eğer bana düşman olmazsan, yarattığım insanlara kötülük etmezsen yanıma gel,” dedi. Erlik, göklere, Kuday’ın yanına çıktı, Kuday’a yalvararak, “Beni bağışla, izin ver ben de kendim için gökler yaratayım, “dedi. Kuday ona izin verdi. Erlik’in taraftarları göklerde yerleşti ve artıp kalabalık oldular. Kuday’ın en yakını olan Mangdaşire, “Bizim kendi insanlarımız yer yüzünde iken, Erlik’in taraftarlarının göklerde olması çok kötü bir şey,”diye düşündü. Mangdaşire Kuday’a darılarak Erlik’e karşı savaş ilan etti. Erlik bununla karşılaştı, ateşle vurarak Mangdaşire’yi kaçırdı. Mangdaşire Kuday’ın huzuruna çıktı. Kuday ona, “Nereden geliyorsun?,” diye sordu. Mangdaşire, “Erlik’in taraftarları göklerde ve bizim kendi insanlarımız yerlerde bulunuyor ve bunun çok kötü olduğunu düşünüyorum. Ben Erlik’in taraftarları olan insanları yeryüzüne indirmeye çalıştım ama buna gücüm yetmedi, yapamadım,” dedi. Kuday, “Ona ancak benim gücüm yeter. Fakat bekle. Zamanı gelecek ve sana “gücün var” diyeceğim,” dedi. Bunu duyduktan sonra Mangdaşire sakinleşti ve rahat uyudu. Günlerden bir gün Mangdaşire kendi kendine, “Kuday’ın “Gücün var” diyeceği gün yaklaştı, “diye düşündü. Kuday Mangdaşire’ye “Ey Mangdaşire, bugün onun üzerine git, Erlik’i göklerden sürecek ve muradına ereceksin. Ondan çok daha güçlü olacaksın. Benim gücüm, kuvvetim ve duam sana yar olsun,” dedi. Mangdaşire sevindi ve Kuday’a, “Okum, yayım, silahım, kılıcım, mızrağım yok. Yumruklarım ve güçlü kollarımdan başka bir şeyim yok. Ben Erlik’le nasıl baş edeceğim?, “diye sordu. Kuday ona bir mızrak verdi. Mangdaşire bu mızrağı alarak göklere, Erlik’in olduğu yere gitti. Erlik’i yendi ve onu göklerden kovdu. Onun göklerdeki yerini dağıttı. Erlik’in göklerde dağılan yerinin parçaları yere döküldü ve o zamana kadar dümdüz olan yeryüzünde tepeler ve dağlar oluştu. Kuday’ın yarattığı dümdüz olan yer, böylece tepeler ve dağlarla doldu. Yer eğildi. Erlik’in taraftarlarının hepsi göklerden yere döküldü. Kimi suya düşüp boğuldu, kimi ağaca ve kayalara çarparak öldü. Bu defa Erlik Kuday’dan yer istedi. “Benim göklerimi kırdın. Şimdi nerede barınacağımı bilemiyorum,” dedi. Kuday, onu yerin altındaki karanlık dünyaya sürdü ve oradan çıkmaması için kapısına büyük bir kilit vurdu. “Üzerinde hiç sönmeden yanan ateş olsun. Güneşin ve ayın ışığından mahrum kalasın. Tekrar ediyorum, eğer doğru hareket edersen, iyi olursan seni yanıma alırım, fenalık etmeğe devam edersen bu sefer seni yerin dibine sürerim, “dedi. Erlik bu sefer, “Ben ölmüş insanların canlarını alacağım, dedi. Kuday ise, “Hayır, ben onları sana vermeyeceğim. Kendin yaratabilirsen, yarat,” dedi. Erlik eline, çekiç, örs ve körük aldı. Bir vurdu kurbağa, bir vurdu yılan, bir vurdu ayı, bir vurdu domuz, bir vurdu şeytan, bir vurdu Şulmus denen fena ruh ve bir vurdu deve çıktı. Kuday geldi. Erlik’in elinden körük, örs ve çekici alıp ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kuday bu kadını yakaladı ve yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen “Kurday” diye adlanan bir kuştu. Bu sefer Kuday erkeği tuttu ve onun da yüzüne tükürdü o da “Yalban “denilen bir kuş oldu. Bu olanlardan sonra Kuday halka hitaben, “Ben size mal, aş, yerin üzerinde iyi ve temiz sular verip yardım ettim. Siz de iyilik yapın. Ben artık göklerime dönüyorum ve öyle kısa bir zaman sonra da geri geleceğimi zannetmiyorum, “dedi. Yardımcılarına dönerek, “Sen Şalmiye, içki içip aklını kaybedenleri, körpe çocukları, kısrak yavrularını, ineklerin buzağılarını koru. İyilik yapanların ölmüş bedenlerini yanına al, sakın intihar edenlerinkini alma. Zenginlerin mallarına göz dikenleri, hırsızları ve başkalarına devamlı düşmanlık edenlerin canlarını da yanına alma. Benim için ve hakanları için çarpışıp ölenlerin canlarını da al bana getir. Ey insanlar, sizlere yardım ettim, fena ruhları sizlerden uzaklaştırdım. Fena ruhlar insanlara yaklaşırsa, onlara yemek versinler. Körmös’ün yemeklerinden yemeyin. Yerseniz onlardan olursunuz. Benim adımı anarsanız, benim yardım ve himayemi kazanmış olursunuz. Ben şimdi buradan gidiyorum, ama tekrar geleceğim. Beni geri gelmez sanmayın. Beni sakın unutmayın. Şimdi sizlerden çok uzaklara gidiyorum. Tekrar geldiğim zaman, sizin iyilik ve kötülüklerinizin hesabını soracağım. Şimdi, benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şalmiye kalıyorlar. Onlar size yardım edecekler, “dedi. Sözüne devamla, “Yapkara, sen dikkat et. Erlik senin elinden ölmüş insanların canını çalmak isterse, Mangdaşire’den yardım iste. O daha kuvvetlidir. Şalmiye, sen de dikkatli ol. Albıs, Şulbus yerin altından çıkmasınlar. Çıktıklarını görürsen, hemen Maytere’ye haber ver. O güçlüdür. Onları kovsun. Podosüku, güneşi ve ayı beklesin. Magdaşire’ye söyle, yeryüzünü ve gökleri korusun. Maytere ise iyi olanların yanından kötü olanları uzaklaştırsın. Sen Mangdaşire, fena ruhlarla mücadele et. Eğer bunu yaparken zorlanırsan, o zaman benim adımı an. İnsanlara iyi şeyleri ve iyi işleri öğret. Onlara olta ile balık tutmalarını, sincap avlamalarını ve hayvan beslemelerini öğret,” dedi. Kuday, bunları söyledikten sonra, oradan uzaklaşıp gitti. Mangdaşire, olta yaptı. Balık avladı. Barut ve tüfek icat etti. Sincap vurdu. Kuday’ın emrettiği gibi insanlara çok şeyler öğretti. Mangdaşire bir gün, “Bugün beni güçlü bir rüzgar uçurup buradan götürecek, “ dedi . Güçlü bir rüzgar geldi. Mangdaşire’yi alıp götürdü. Yapkara insanlar, “Kuday, Mangdaşire’yi yanına aldı. Artık onu bulamazsınız. Ben Kuday’ın elçisiyim bir gün ben de gideceğim. Kuday benim nerede kalmamı isterse, orada kalacağım. Siz, öğrendiklerinizi unutmayın. Kuday’ın arzusu ve kararı budur, “dedi. İnsanları kendi hallerine bırakarak, o da Kuday’ın yanına gitti...” [1]. Altaylarda yaşayan Türk boyları arasında hala canlılığını koruyan Yerin yaratılışı destanlarından birinde Yerin yaratılışı tamamen farklı bir şekilde anlatılmaktadır. Kırgızların anlattığı destanların birinde dünyanın yaratılmış olduğu, yalnız suyun bulunduğu kaydedilir. Kırgızların bu destanında, “iki kişi”nin bir öküze sahip olduğu belirtilir. İçecek su olmadığı ve susuzluktan insanların devamlı olarak öldükleri kaydedilir. Sonunda bu öküzün boynuzu ile yeri eşmesi ve yerden su çıkarması anlatılır. Öküz, bu “iki adam”ın yardımı ile yeri boynuzuyla kazar ve su çıkarır. Bu suyun çıkıp dünyadaki boşluk ve çukurları doldurmasıyla dünyada göller ve nehirler meydana gelir. Bu göller ve nehirler yeri öküzün boynuzuyla eşmesinden sonra olur [2]. Kırgızlar arasında Yerin yaratılması destanının böylesine değişiklik göstermesine karşılık, Altay Tatarlarında Yerin Yaratılmasıyla ilgili olarak anlatılan ve zamanında derlenmiş destanlarda, dünyanın yaratılmasından önce her tarafın suyla kaplı olduğu belirtilir. Altay Tatarlarının destanlarıyla Kuzey Amerika’da yaşayan Kızılderili kabileleri arasında yaşayan Yerin yaratılışı destanları büyük benzerlikler göstermektedir. Altay tatarlarının destanlarına göre Tanrı Ülgen, suyun üzerine iner ve orada dünyayı yaratır. Altay Tatarlarına göre Yerin Yaratılışı destanı şöyle başlar: “... Tanrı Ülgen, suyun yüzüne indikten sonra, dünyayı nasıl yaratacağına bir türlü karar veremez. Sonra bir “kişi” çıkagelir ve Tanrı Ülgen ona “Sen kimsin?,” diye sorar. Bu “kişi” Tanrı Ülgen’e verdiği cevabında, “Ben bu Yeri yaratmağa geldim,” der. Tanrı Ülgen aldığı bu cevaba çok sinirlenir ve “Ben bile Yeri yaratamazken, sen nasıl olur da Yeri yaratabilirsin?,” der. “Kişi”, cevabında “Fakat ben Yeri yaratmak için gereken malzemeyi nereden bulabileceğimi biliyorum, “der. Tanrı Ülgen, bu “kişi” den bahsettiği malzemeyi bulup getirmesini ister. O zaman bu “kişi” derhal suya dalar, Okyanusun altındaki dağların birinden bir parça toprak koparır ve onu ağzına koyarak suyun yüzüne çıkar. Suyun yüzüne çıkan “kişi” ağzında getirdiği toprağın bir kısmını Tanrı Ülgen’e verir. Toprağın diğer kalan kısmını ağzında dişlerinin arasında saklar. Sonra Tanrı Ülgen’in emriyle bu “kişi” ağzında sakladığı toprağı tükürür ve Tanrı Ülgen’in yarattığı Yerin üzerinde dağlar ve vadiler meydana gelir [3]. Altay Tatarları arasında anlatılan Yerin Yaratılışı ile ilgili destanlarda farklı tarafların olduğu görülür. Bunun bölgeden bölgeye değişiklik göstermesinin Türk boyları arasındaki yaşayış farkından kaynaklanması mümkündür. Yine Altay Tatarları arasında tespit edilen Yaratılış destanlarından birinde Tanrı Ülgen’in suyun üzerinde insan şeklinde bir çamur parçasının yüzdüğünü gördüğü ve bu insana benzeyen çamur parçasına can vererek onu “adam” olarak yarattığı kaydedilir. Bu destanda Tanrı Ülgen’in, suyun üzerinde yüzen bu çamur parçasına can verdikten sonra ona “Erlik” adını verdiği belirtiliyor. Altay tatarlarının bu Yaratılış destanına göre Tanrı Ülgen ile Erlik kardeştir. Erlik daha sonra Tanrı Ülgen’e düşman oldu. Altay Tatarları bu ilk adamın yerin yaratılmasında Tanrı Ülgen’e yardım ettiğine inanır. Daha sonra ise bu “adam” yaptığı yanlışlıkların sonunda “Şeytan” olur ve Tanrı Ülgen tarafından “Erlik” adıyla çağrılır [4]. Altaylarda yaşayan Türk boyları arasından Rus ve Avrupalı alimlerin derlemiş oldukları destan ve masallarda, Yerin yaratılmasıyla ilgili verilen bilgilerden, bu destanların Kuzey Amerika’ya göçlerle geçen Orta Asyalı kavimlerin yeni yerlerinde yarattıkları cemiyetler ve o cümleden Kuzey Amerika’daki yerli Kızılderili kabileleri arasında yaşadığı tespit edilmiştir. Bu Kızılderili kabilelerinin yaşadıkları yerlerde bıraktıkları kalıntı ve delillerden onların Amerika Kıtasına geçmeden önce gelişmiş bir kültürü yaşadıkları müşahede edilmiştir. Altay Tatarları ve diğer Türk boylarının ve Yakut’ların (Sahaların) destan örneklerinin, özellikle daha önce Kuzey Amerika’nın Alaska bölgesinde yaşayıp, daha sonra Güney ve Güney Doğuya doğru göç eden Kızılderili kabileleri arasında yaşaması tesadüfî değildir. Aradan binlerce yıl geçmiş birçok savaşlar ve sürgünler yaşanmış, insanlar bir yerden başka bir yere büyük göçlerle yer değiştirmiştir. Kendileriyle birlikte milli kültür ve medeniyetlerini de beraberlerinde taşıyan bu insanlar, bugün onların binlerce yıl önce yaşadıkları bir kültürün izlerini de beraberlerinde bizlere kadar ulaştırmışlardır. Bazı “Beyaz” araştırmacıların iddia ettikleri gibi, Kızılderililer Avrupa’dan sözlü halk edebiyatı numunelerini kopya etmemişlerdir. Kızılderili kabilelerinin içine girmeden ve onların dini inançları, milli kültürlerinin tarihten gelen izlerini araştırıp anlamadan, bunu iddia etmek kolay bir iş olmasa gerek. Kendini bilen ve kendi milletini ilgilendiren bir meseleyi, hakiki bir Kızılderili hiçbir kendisini zaman asırlardır baskı altında tutan ve aldatarak katleden bir “soluk benizli” ile derinliğine konuşmaz. Eğer konuşursa, onu yanıltır ve başka yöne saptırır. Eğer siz onun inançlarına ve yaşadığı kültüre yakınsanız, o zaman durum değişir. Sioux(Su) Kızılderili kabilesinin büyük Şamanı Black Elk(Kara Geyik), ölmeden önce anlattığı sırlarında aynı konulara temas ederek, Kızılderililerin inançlarına göre Yerin ve insanın nasıl yaratıldığını anlatır. Black Elk’in “Great Spirit”(Ulu Ruh) olarak anlatmağa çalıştığı, Altay Tatarlarının Yerin Yaratılışı destanında bahsettikleri Tanrı Ülgen’den başkası değildir. Eğer Kızılderililerin “Great Spirit”leri ile Tanrı Ülgen’in özellikleri ve yerine getirdikleri işler karşılıklı olarak ele alınır incelenirse, o zaman bunların arasındaki benzerliklerin, farklılıklardan daha çok olduğu görülür. Altay Tatarlarının Yaratılış destanında Tanrı Ülgen’in gökten Maytere’yi insanlara Tanrı korkusunu öğretmesi için gönderdiği belirtiliyor. Tanrı Ülgen’in Maytere’yi bu görevle dünyaya göndermesini “şeytan” Erlik çekemez ve çok sinirlenir. “Seni kılıcımla öldürecek kadar güçlüyüm,” der. Bunu söyleyen Erlik kılıcını çeker ve Maytere’ye hücum eder ve onun kanını toprağa akıtır. Maytere’nin toprağa akan kanı, dünyayı kızıla boyar ve aynı kan sonradan dünya üzerinde bir “ateş”e dönüşür. Bu ateş dünyayı kaplar ve “arşa” kadar yükselir. Kızılderili kabilelerinden Sioux(Su) yerlilerinde “ateş” yeryüzünde Ulu Ruhun temsilcisidir. Bu ateşi koruyup gözetmek insanların birinci vazifesidir. Cherokee(Çeroki) Kızılderili kabilesinin inançlarına göre “ateş” çok mukaddestir ve onun büyük mücadeleden sonra Örümcek Ana tarafından elde edildiği kaydedilmektedir. Dünyanın yaratılışıyla ilgili olduğu kadar, onun bir gün yok olacağı konusunda da büyük menkıbeler ve destanlar anlatılır. Altay Tatarlarına göre, Kıyamet günü Tanrı Ülgen gelecek ve iki elini bir-birine vurarak, “Hepiniz kalkın artık,” diyecek. İnsanların ve canlıların hepsi yerlerinden kalkacaklar ve yattıkları yerden doğrulacaklar. Bu “Yeniden Diriliş” başladığında şeytan Erlik ve onun taraftarlarının hepsi mahvolacaklar [5]. İnsanın Yaratılışı Orta Asya, Batı ve Doğu Sibirya’da yaşayan Yaratılış destanlarında insanın nasıl yaratıldığı ve vücudunun hangi maddelerden yararlanılarak meydana getirildiği anlatılır. Orta Asya ve Altaylarda derlenen Yaratılış destanlarında, insanın yaratılırken kemiklerinin “kamış” tan vücudundaki etin ise çamurdan yaratıldığına inanılır [6]. İnsanın yaratılması bazı Kızılderili kabilelerinin inançlarında sadece “çamur”dan yaratıldığı şeklinde izah edilirken, Sibirya ve Yenisey nehri boyunca yaşayan Türk boyları arasında detaylı olarak anlatılır. Sibirya’nın Kuzey-Batısında yaşayan Türk boyları arasından derlenen Yaratılış destanlarında tabiatta bulunan bazı bitkilerden Tanrının istifade ettiği görülür. Bu bölgede anlatılan destanlara göre, Tanrı “Söğüt Ağacı”nın dallarından alarak, onları bir iskelet şeklinde sarar ve daha sonra bu iskelet şeklinde sardığı Söğüt dallarının üzerini çamurla düzgün olarak sıvar. Tanrı daha sonra üfleyerek ona can verir. Yenisey nehrinin kıyısında yaşamakta olan Türk boylarından derlenen Yaratılış destanında Tanrının yerden bir parça çamuru alıp, eliyle iyice yoğurduktan sonra onu bir yere bırakarak, daha sonra yine çamurdan başka bir insan figürü yapıp yere koyduğu belirtilir. Tanrının sağ eli ile yapıp yere bıraktığı insan figürünün “erkek”, sol eliyle yapıp yere bıraktığı insan figürünün ise “kadın” olduğu kaydedilir. Onlar daha sonra, Tanrının buyruğuna uygun olarak canlanırlar [7]. Kara Tatarlardan derlenen yaratılış destanına göre, Ulu Payana ilk insanı topraktan yarattı. Ama yarattığı bu insana can vermedi. Ulu Payana yükselip “arşa” gitti. Orada oturan Kuday’dan bu insana can vermesini istedi. Ulu Payana bu insanları yaptıktan sonra, onlara can vermesini Kuday’dan istemeğe giderken, bunlara bakması için “köpeği” görevlendirdi. Ulu Payana oradan ayrılınca, şeytan Erlik oraya geldi. O zamana kadar henüz üzerinde hiç kıl bitmemiş olan köpeğe sataşmağa başladı. Köpeğe, “Sana altın sarısı bir kürk vereyim, sen de bana burada duran canı olmayan şu insancıkları ver,” dedi. Köpek, Erliğin bu teklifini çok beğendi. Çamurdan yapılmış henüz ruhu olmayan bu insan figürlerini ona verdi. Erlik, çamurdan yapılmış cansız duran bu insan figürlerinin üzerine tükürmeğe başladı. Kuday’ın kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce onları bırakıp kaçtı. Kuday bu insancıkları böyle görünce, onların dışlarını içeriye doğru çevirdi. Onun içindir ki, insanın içi “pislik” ve “salya” doludur [8]. İnsanın içinin neden “pislikle” dolu olduğuna dair başka Türk boylarının destanlarında da kayıtlara rastlanmaktadır. Yakut Türklerinin insanın yaratılmasıyla ilgili anlattıkları yaratılış destanında dünyayı yaratan Tanrının büyük bir taş mabet ve bu mabedin içinde yedi tane taştan insan figürü yaptığı belirtilir. Tanrı bu insan figürlerini koruması için bir “adam” yaratır. Bu figürlerin korunmasını için bu adamı görevlendirir. Şeytan bu yere girmek için çeşitli yolları dener. Daha sonra o bu insan figürlerine yanaşıp kendi aklına göre onlara can vermeğe çalışır. Tanrı. Şeytanın bu insan figürlerine can vermeğe çalışmasını görünce çok sinirlenir. Tanrı oraya görevlendirdiği adamı bir köpek şekline sokar. Bu çamurdan yapılmış insan figürlerinin dışlarını içeriye çevirir. İnsanın içinin hep pislikle dolu olmasının sebebi budur [9]. Altay Türklerinde insanın yaratılışıyla ilgili tespit edilen Yaratılış Destanında, köpeğin “şeytan” şeklinde ortaya çıktığı, Tanrının bir anlık yokluğundan istifade ederek, bu insan figürüne bir “can üfleyerek” ona can verdiği belirtilir. Altay Türkleri arasında insanın yaratılışı ile ilgili destan şöyle anlatılır: “...Tanrı Ülgen, insanı yaratırken çamuru “et”, taşı “kemik” olarak kullanıp ilk önce erkeği ve bu erkeğin kaburga kemiğinden ise kadını yarattı. Fakat Tanrı Ülgen, bunlara vermek için bir can bulamadı. Onlar için bir “can” aramak için oradan ayrılmadan önce bit köpek yarattı ve bu köpekten yaratılan bu “çifte” göz-kulak olmasını istedi. Köpek Şeytanın yere pislediği “dışkıyı” yedikten sonra onun vücudunun her tarafından uzun kıllar çıktı. Daha sonra Şeytan bu insan figürlerinin içine kamışla ruh üflemeğe başladı. Tanrı Ülgen geri döndüğünde, yapmış olduğu insan figürlerinin canlanarak gezmeğe başladıklarını gördü. Onlara ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremedi. Onları yeniden yaratıp-yaratmamak konusunda karar veremeyen Ülgen, bir kurbağaya rastladı. Kurbağa Ülgen’e, “Neden onları yok etmeyi düşünüyorsun? Onları kendi haline bırak. Hangisi ölürse bırak ölsün, hangisi yaşarsa bırak yaşasın,” dedi. Böylece Tanrı Ülgen, insanları oldukları gibi bıraktı ve onlar yaşayabildikleri kadar yaşadılar [10]. Kuzey Amerika Yerli Kızılderilileri arasında yaşayan Yaratılış destanlarında da, Maidu Kızılderili kabilesinin yaratılış destanında olduğu gibi bir köpeğin oynadığı rolden bahsedilir. Köpeğin yaratılışının, insanın yaratılışı kadar eski olduğu destanlarda tespit edilen kayıtlardan kolayca anlaşılmaktadır. Bu durum, Orta Asya Türk boylarının destanlarında olduğu gibi, Kuzey Amerika Yerli Kızılderili destanlarında da böyledir. Ayrıca Kuzey Amerika Yerli Kızılderilileri bu hayvan için özel bir halk oyunu bile düzenlemişlerdir. Kuzey Amerika’daki Kızılderili kabileleri arasında olduğu kadar, Orta Asya Türk boyları arasında da köpeğin çok eski çağlarda ehlileştirilmiş ve ondan yararlanma yoluna gidilmiş olduğu dikkati çekmektedir. Köpeğin oynadığı rolle ilgili olarak yine bir Altay Destanında, Otşirvani ve Çağan-Şukuti’nin beraberce bir insan yaratmalarından sonra, bu insana bir can vermek için beraberce gayret gösterdikleri kaydedilmektedir. Bu Altay destanına göre, ilk insan yaratıldıktan sonra, Çağan-Şukuti, Otşirvani’ye hitaben, “Biz beraberce bir insan yarattık, fakat ona bir ruh bulup, onu canlandırmamız gerek.” Biz burada yokken, Şeytan gelip ona zarar verebilir, “ dedi. Bunun için ilk önce bir köpek yarattılar ve bu insan figürünü yarattıkları bu köpeğe emanet ettiler. Onlar oradan ruh aramak için ayrılınca Şeytan geldi ve köpeği aldatmak için uğraştı. Köpeğe çok güzel bir kürk yapacağını ve onu çok güzel uzun tüyleri olan bir şekle sokacağını söyleyerek, köpeğe “rüşvet” teklif etti. Şeytan köpeği razı etti. Daha sonra bu insan figürünün içine üfledi ve adam kalkıp yürümeğe başladı. Tanrı Otşirvani ve Çağan-Şukuti geri dönüp yaptıkları insan figürünün canlandığını görünce şaşırdılar [11].
Dipnotlar: [1] W. Radloff, Proben, I. s. 159–166 [2] G. N. Potanin, Ocerki severo zapodnoy Mongolii, Vols II-IV, Petrograd, 1881-1883 (Vol II, s. 153) [3] a.g.e s. 218- 219 [4] O. Dahnhardt, Natursagan, 3 Vols. Leipzig, Berlin, 1907-1910. Vol I, 3, s. 32-44. [5] V. I. Verbitskiy, Altayskie inoroday sbornik etnograf icerskich statey i izsledovaniy, Moskow, 1893. s. 113-114. [6] a.g.e, s. 91 [7] V. I. Anucin, “Ocerk samatsva u yeniseyskich ostyakov” in SMAEAN-II, 2 Petrograd, 1914. s. 9 [8] W. Radloff, Aus Sibiren, 2 Vols. Leipzig, 1884 Vol.I, s. 285 [9] A. Th. Middendorf, Reise in den aussersten Norden und Osten Sibiriens, I-IV, 2. Petrograd, 1851-1875. s. 1602 [10] G. N. Potanin, Ocerki Severo-zap Mongolii, Vol. IV, 1882. s. 219-220. [11] a.g.e, s. 222-223