"Benimle aynı düşüncede olmayan insan düşman değildir; Sadece benimle aynı düşüncede olmayan başka bir insandır." (Alıntı)

FİKİR KENTİ - Son Eklenenler ...

31 Ocak 2008 Perşembe

İki Yaşanmış Hikaye ...


STANFORD


Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından firlayarak önlerini kesti..

Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?

Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..

Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı..

Nasıl olsa bir sure sonra gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı.

Anlaşılan çare yoktu..

Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıstı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.

Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard´da okuyan ogullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.

Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki onun anısına okul sınırları içinde bir yere bir anıt dikmek istiyorlardı.

Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi.

"Madam" dedi sert bir sesle, "Biz Harvard´da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."

"Hayır, hayır" diyerek haykırdı, yaşlı kadın.. "Anıt değil.. Belki, Harvard´a bir bina yaptırabiliriz". Rektör yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak "Bina mı?" diyerek tekrarladı. "Siz bir binanın kaça mâl olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptıgımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı.."

Tartışmayı noktaladıgını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi...

Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü :

"Üniversite inşaatına başlamak için gereken para buymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"

Rektor´un yüzü karmakarısıktı.. Yaslı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford, dışarı çıktılar. Doğru Californiaya´ya, Palo Alto´ya geldiler. Ve Harvard´ın artık umursamadıgı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.

Amerika´nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD´u.





ADOLPH ve RUDOLPH 'un ÖYKÜSÜ.

İkinci Dünya Savasi'nin hemen öncesinde Almanya'da bir kasabada iki kardes ayakkabi yapip satmak üzere bir atölye açarlar; Adolph ve Rudolph Dassler.

Savas sonrasi Adolph, Rudolph'a artik birlikte çalismak istemedigini, kendine ayri imalathane açacagini söyler. Rudolph saskindir. Ufacik kasabada iki kardes ayri imalathanelerde rekabet edeceklerdir.

Kardesine bunun mantikli olmayacagini, bu ufak kasabada zaten insanlarin sayili ayakkabi satin aldiklarini, ikisinin birden iflas edecegini söylese de Adolph bu uyariyi dikkate almaz ve kendine yeni bir ayakkabi imalathanesi açar.

Gerçekten de aralarinda kiyasiya bir rekabet baslar. Rekabetleri dogduklari kasaba sinirlarini dahi asar.
Iki kardes ayrildiktan sonra birbirlerine küsmüslerdir ve Adolph 1978 yilinda öldügünde tam 29 yildır darginlardir.

Bugün iki firmanin genel merkezi de bu ufak kasaba Herzogenerauch'tadir. Adolph Dassler'in ayakkabi sirketinin adi ADIDAS, Rudolph'un ki ise PUMA'dir.



(Alıntıdır)

Bir Başkadır Yurdum İnsanı !!! Devrik Trenle bile hatıra fotografı çektirir...

(Alıntıdır)

29 Ocak 2008 Salı

TIP DÜNYASINDA ÖN YARGILAR

Hijyenin önemini fark ederek anne ve çocuk ölümlerinin azalmasını sağlayan Semmelweis, meslekten men edildi ve akıl hastanesinde hayatını kaybetti. Mikroskobu geliştiren Leeuwenhoek mikroorganizmaları rapor edince delilikle suçlandı...

Tıp tarihinde bilim adamları yüzyıllar boyunca en çok meslektaşlarının ön yargılarıyla savaşırken, insanlık tarihine trajedi olarak geçen olaylar löseminin tedavisi ve kemik iliği naklinde çığır açtı.

Doç. Dr. Mustafa Çetiner’in “Sağlığınıza” kitabından derlenen bilgilere göre, bilim adamları yüzyıllar boyunca en çok meslektaşlarının ön yargılarıyla savaştı. Hijyenin önemini fark ederek anne ve çocuk ölümlerini azalmasını sağlayan Semmelweis, meslekten men edildi ve akıl hastanesinde hayatını kaybetti.

Mikroskobu geliştiren Leeuwenhoek da mikroorganizmaları rapor edince delilikle suçlandı. İnsan ve hayvan ölüleri üzerinde otopsi yapmak isteyen Marcello Malpighi’nin evine iki kez saldırı düzenlenirken, kimsenin iş vermediği Burkitt, Afrika’daki çalışmaları sırasında kendi adını taşıyan lenfomanın varlığını fark etti. Tek başına 16 bin kilometre yol kateden Burkitt, lenfoma ile çevresel faktörlerin, virüslerin ve iklimin ilişkisini gösterdi. Bir gözü görmeyen ve ‘kör cerrah’ olarak bilinen Burkitt, kimse İngiltere’de iş vermediğinden Afrika’da çalışmak zorunda kalmıştı.

İnsanlık tarihinde trajedi olarak yer alan bazı olaylar ise löseminin tedavisi ve kemik iliği naklinin önünü açtı.


“Hijyen İstedi, Meslekten Men Edildi”
Dr. Phillippe Ignace Semmelweis, yaklaşık 150 yıl önce, çalıştığı hastanede, ebelerin yaptırdığı doğumlarda anne ölümlerinin, doktor veya tıp öğrencileri tarafından gerçekleştirilenlere göre çok düşük olduğunu fark etti. Bunun nedenini doktorların otopsi sonrası ellerini yıkamadan doğrudan doğumlara girmesine bağlayan Semmelweis, kliniğinde sıkı bir el yıkama uygulaması başlattı.

Anne ölüm oranını, 3 haftada yüzde 22’den yüzde 3’e düşürmeyi başaran Semmelweis’in el yıkama önerisini hekimlik için onur kırıcı bulan Viyana Tabip Odası, onu meslekten men etti. Semmelweis, yoksulluk içinde bir akıl hastanesinde yaşamını yitirdi.

“Mikroorganizmaları Rapor Etti, Deli Dediler”
17. yüzyıla kadar insanlara erdem, kardeşlik, yurtseverlik, cesaret gibi sözcükleri hatırlatan kanın bilimsel anlamını kazanması Antoni Van Leeuwenhoek’in mikroskobu geliştirmesiyle başladı. Ünlü yazar Goethe’nin bile “teleskop gibi insanın kafasını karıştıran anlamsız bir alet” olarak gördüğü mikroskobu, kumaş tüccarı olan Leeuwenhoek, kumaşlarının kalitesini anlamak için geliştirdi. Mikroskop ile 1674 yılında kandaki kırmızı küre hücrelerini fark ederek tüm ezberleri değiştiren Leeuwenhoek, kırmızı hücreleri rapor etmesiyle birlikte deli olarak olarak suçlandı ve aşağılandı. Leeuwenhoek, 1676 yılında ‘infusoria’ adını verdiği ilk hücreyi tanımladığında da birçokları bu buluşu gereksiz yere uydurulmuş bir yalan saydı. Saygın tüccarlık kariyeri sona eren Leeuwenhoek’e, özellikle löseminin tedavisinde insanlığın ona çok şey borçlu olduğu, yıllar sonra ortaya çıktı.

“Evine Saldırdılar”
Marcello Malpighi, 1628 yılında İtalya’da Bolonya yakınlarında doğdu, 20 yaşındayken kendini tıp bilimine adamaya karar vererek insan ve hayvan ölüleri üzerinde araştırmalar yapabileceği bir akademiye girmek istedi. Malpighi’nin otopsi yapmak istemesi, bu araştırmaların aleyhindeki yöneticileri öfkelendirdi ve Bolonya Üniversitesinden meslektaşları aleyhine kampanyalar başlattı. Malpighi’nin mesleğinde ilerlemesine engel olmak için uzun yıllar zorluk çıkartmaya devam ettiler, hatta evine iki kez saldırı düzenlendi. Her şeye rağmen 28 yaşındayken üniversitede profesör olan Malpighi’nin çalışmaları değerini buldu ve Royal Society üyeliğine getirildi. Hayatının son yıllarında Roma’da Papa’nın özel hekimi olan Malpighi, 1694’te bu şehirde öldü.

“Tek Gözlü Cerrah”
Küçükken amcasını örnek alarak misyoner olmak isteyen İskoç Denis Parsons Burkitt, cerrah olduğunda tek gözünü kaybetti. Bu nedenle kimsenin iş vermediği Burkitt, II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere tarafından doktor açığı olan Afrika’daki kolonilerde çalışmaya yollandı. Burkitt, Uganda’da çalışmaya başladı. Afrika’da 16 bin kilometre yol yapan Burkitt, diyabet, kalp hastalıkları ve bazı kanserlerin 3. dünya ülkelerinde görülmediğini fark etti. Modern epidemiyolojinin (toplumda hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumları inceleyen bilim dalı) babası kabul edilen Burkitt, kendi adıyla literatüre giren “burkitt lenfoma”yı tanımlayan kişi oldu.

Bir Savaş Çirkinliği Lösemililerin Kaderini Değiştirdi
Tıp tarihinde önemli yere sahip olan savaşlar, löseminin tedavisi ve kemik iliğinde çığır açtı. Lösemililerin kaderinin değişmesi, bir başka insanlık trajedisi sayesinde oldu. I. ve II. Dünya savaşı sırasında hardal gazının kemik iliği üzerine toksik etkisi gözlendi. Hardal gazına maruz kalan askerlerde kandaki hücre değerleri düşüyordu. Hücre sayılarının yüksek olduğu lösemi hastalığında bu etkinin, lösemi hücrelerinin yapımını engelleyebileceği düşünüldü. Böylece 1943 yılında hardal gazının bir türevi olan “nitrojen mustard” tedavide kullanılmaya başlandı. O günün koşullarında kabul edilebilir bir yan etkiye sahip olan ilaç, hastalarda geçici bir iyilik hali sağlıyordu.

Nükleer Kaza, Kemik İliği Naklinin Yolunu Açtı
Eski Yugoslavya sınırları içinde bir reaktörde 1959 yılında meydana gelen nükleer kaza ise kemik iliği uygulamalarının başlangıcı oldu. Kaza sonucu reaktörde çalışanların bir kısmı radyasyonun etkisiyle ciddi kemik iliği yetmezliğine girdi. Bu kazazedelerden 6’sına Fransız doktor Mathe ve ekibi tarafından kemik iliği nakli uygulandı ancak sonuç tam bir başarısızlıktı. Bu ekip 1963 yılında kemik iliğinin başarıyla nakledildiği bir lösemi hastası bildirdi. 20 ay yaşatılan hasta enfeksiyon nedeniyle kaybedildi.

Naziler Sigaraya Karşıydi
İnsanlık tarihinin en kanlı sayfalarından birini yazan Nazi Almanya’sı, sigarayla akciğer kanseri ilişkisini ilk kez gösteren çalışmalara sahne oldu. 1939 yılında yapılan bu çalışma, akciğer kanseriyle sigaranın ilişkisini gösteren ilk örnekti. 1942 yılında akciğer kanseriyle sigaranın ilişkisini gösteren bir büyük çalışma, doğrudan Adolf Hitler’in kişisel hesaplarından gelen 100 bin mark ile finanse edilmişti. Nazi Almanya’sında sigara kullanımına karşı ciddi tepkiler vardı. Hermann Göring, askerin sokakta sigara içmesini yasakladı. Gazetelere de sigara karşıtı ilanlar verildi.

(Alıntıdır.)


28 Ocak 2008 Pazartesi

Sevgi üzerine bir hikaye...

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine, "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu
yaşayanlar arasında ne fark vardır?". "Bakın göstereyim..." demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra
hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak
çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda
kaşıklar. Ermiş: "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye de
bir şart koşmuş. "Peki..." demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da
ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar
ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar
sofradan.

Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım
yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince, her biri uzun boylu
kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece
her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte..." demiş ermiş: "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve
doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa,
o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır.

"ŞÜPHESİZ, HAYAT PAZARINDA DAİMA SEVGİYİ PAYLAŞANLAR KAZANÇTADIR."

(Alıntıdır)

26 Ocak 2008 Cumartesi

TÜRK USULÜ İNGİLİZCE YAZIŞMA


Dear sir,
We send our company information attached to the mail (as pdf).
But the cost of operation you have foreseen is very low. This may take
more expensive. If you send drawings of your current product,
we can find the real cost including shipping.

Kind regards.


CEVAP :

Sugar brother
(Şeker kardeşim),
Be a young man for two minutes
(iki dakka delikanlı ol).
We put you in a man place , you become Tempra
(Adam yerine koyduk hemen arkanız kalktı).
No need to be artist
(Artizliğin lüzumu yok).
We know that this work takes much money, too
(Bu işlerin çok para tuttuğunu biz de biliyoruz).
No, why do you creating tension anymore , subtree?
(Hayır da , daha ne diye gerginlik yaratıyorsun ki , dallama?).
I eat all of you nobody understand.
(Alayınızı yerim haberiniz olmaz).
You not understand the word , you eat the grass where I put you .
(Laftan anlamıyorsunuz , hala koyduum yerde otluyorsunuz)
No drawings mrawings my brother !
(Proje mroje yok kardeşim! )
You make 3 kurush work camel.
( 3 kuruşluk işi deve yaptınız)
I understand we can not understand with you .
(Anlasıldı biz sizinle anlaşamayacağız. )
But , if you go with this head to army , you take NAH as diploma.
(Ama, siz bu kafayla giderseniz askere nah alırsınız teskere. )
Here that much !
( İşte o kadar! )

(Alıntıdır)

20 Ocak 2008 Pazar

PETROL ÜZERİNE...

Çok eskiden beri duyar ve söyleriz: "Türkiye'de petrol var ama çıkarttırmıyorlar. Dış güçler izin verip de petrolümüzü çıkartabilsek dünyanın en zengin ülkesi olurduk" diye. İşte Türkiye'nin petrol dosyasını yeniden açıyor, ilgili ve yetkililerin görüşlerini burada açıklıyoruz.

PETROL NEDİR?
Petrol oldukça eski çağlardan beri bilinen ve genellikle de ilk zamanlar aydınlatma ve ısınmada, daha sonraları ise dünyanın hemen tüm ülkelerinde enerji, otomotiv, temizlik ve ilaç endüstrilerinde hammadde olarak kullanılan, Latince kökenli ve petra (taş) ve oleum (yağ) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan bir yeraltı kaynağı.

CUMHURİYETİN İLK YILLARI
Atatürk ekonomik bağımsızlığımızın temini için, süratle petrolümüzü bulup işletmemizi emrediyor. Nitekim O'nun zamanında, bu işe dört elle sarılınıyor. 3 Kasım 1922'de "petrol, neft ve havagazı arama izninin kimseye verilmeyeceği" kararı Meclis'ten çıkarılıyor. 1924 ve 1925 yıllarında çoğunluğu yabancı kişi ve kuruluşlara ait petrol arama ve çıkarma ruhsatları feshediliyor. 1926 yılında 792 sayılı Petrol Kanunu çıkarılıyor. 1927 yılında Türkiye dahilindeki tüm petrol yataklarının tespiti ve işletmesi hakkı Türkiye İş Bankası'na veriliyor. 1933 yılında "Petrol Arama ve İşletme İdaresi" kuruluyor. 1934 yılında Trakya'da/Mürefte'de doğalgaz bulunuyor. 1935 yılında da MTA yani "Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü" kuruluyor.

1935 yılında mason liderlerinden bir grup kendilerine destek verilmesi için Atatürk'ün huzuruna çıkarlar. Atatürk kısa bir görüşmeden sonra bu mason ileri gelenlerini huzurundan kovar. Mason liderleri bunu unutamazlar ve Atatürk ve ülkemiz aleyhine faaliyetlere girişmek isterler. 10 Ekim 1935'te Atatürk'ün emriyle tüm mason locaları kapatılmış ve bu localar mal varlıklarının tamamını yönetiminde yine masonların bulunduğu Halkevleri'ne devretmişlerdir. Atatürk'ün ifadesine göre "mason locaları kökü dışarda zararlı birer dernek" oldukları nedeniyle kapatılmışlardır. Atatürk 10 Kasım 1938'de vefat ettiğinde mason doktoru tarafından zehirlendiği haberleri gazetelerde geniş şekilde yer alır. Masonlar faaliyetlerine Halkevleri'nde gizli gizli devam etmişlerdir. 5 Şubat 1948'de İsmet İnönü'nün emri ve Başbakan Celal Bayar'ın desteğiyle mason locaları tekrar faaliyetlerine başlarlar.

MİLLİ ŞEF YILLARI
Atatürk'ün ölümünden sonra bir süre petrol arama ve işletmesi başarılı bir şekilde yapılmaya devam ediliyor. Tabii o yıllarda hem dünyada petrol ve ürünleri çok ucuz, hem de Türkiye petrole bu derece bağımlı değil.

1940 yılında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü'nde Enver Necdet Egeran Jeoloji Şube Müdürü olur. 1951 yılına kadar bu görevde kalan Egeran, uzun süre en üst masonluk derecesi olan "Büyük Üstad" olarak Türkiye masonluğunu yönetmiştir.

1951 yılında MTA'da Petrol Dairesi'nin kurulmasıyla Petrol Dairesi Şube Müdürü olur. 1953-1956 yılları arasında ise Petrol Dairesi Reis Muavini olarak görev yapar. 1956'da ise özel sektöre geçerek Mobil'in Türkiye müdürü yapılır ve 1968'e kadar bu görevde kalır.

MENDERES'Lİ YILLAR
Adnan Menderes'in Demokrat Parti iktidarında 33. derece mason Ahmet Salih Korur partide önemli bir konuma gelmiş ve devlet yönetiminde birçok isteklerini gerçekleştirme fırsatı bulmuşlardır. Ancak ezanın tekrar Arapça okunmaya başlamasının ardından bir grup mason milletvekili Demokrat Parti'den istifa etmişlerdir. Böylece Menderes ve arkadaşlarının idam sehpasına gidiş süreci de başlamıştır.

Türkiye'de 1953-54 yılları, petrol açısından dönüm yıllarıdır. Bu yıllarda bildiğimiz gibi Adnan Menderes'in başbakanlığında Demokrat Parti iktidardadır. 1955'te tamamı devlete ait "Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı" (TPAO) kurulur. Raman'da petrol bulunması ve Batman'da ilk petrol rafinerisinin kurulması bu yıllarda olur. O yıllarda İran'da Musaddık rejimi iktidardadır. Musaddık İran'da petrolü millileştirir. 1954 yılında 6326 sayı ile Petrol Kanunu kabul edilir. Bu kanun ABD kökenli Elit Max Ball'a yaptırılmış ve TBMM'de kabul edilmiştir. Ancak bu, Türkiye'de petrol çıkarmak için değil, petrol ÇIKARMAMAK için yapılmış bir kanundur. Bu kanunun satır aralarına konan maddelerle, Türkiye'nin kuzeydoğusunda petrol araması yasak ediliyor ve milli şirket Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı da dahil her petrol şirketine, bir yılda sadece on (10) delik açma izni veriliyor. Böylece kendimize, kendi ülkemizde petrol aramayı yasaklıyoruz. İşte bu Petrol Kanunu'nun çıkarılmasında en büyük pay Enver Necdet Egeran'a ait. Egeran'ın Mobil'in başında bulunduğu tarihlerde bu şirketin ülkemizde açtığı birçok petrol kuyusunun "yeterli ve verimli petrol olmadığı" gerekçesiyle kapatılarak beton döküldüğü biliniyor.


ELİT MAX BALL KİMDİR?
Bildiğimiz gibi Amerikan Federal Rezerv Bankası, ABD'nin Merkez Bankası değildir. Aksine dünyanın 8-10 en büyük bankasının bir araya gelerek kurduğu bir bankadır. Bu banka 20. asrın başlarında ABD'nin parasını basma hakkına sahip olmuştur. Elit ise, işte bu bankalara da sahip olan, ırksal bir birliktelik göstermeyen, fakat belli bir inanca mensup olan insanların teşkil ettiği dinsel gruptur. Bu insanlar Musa dinine mensupturlar. Çoğunluğunu Musevi Hazar Türkleri oluşturur. Bunların yaygın, bilinen tanımları Eskenazi'dir. İşte paranın sahibi, bankaların sahibi, büyük şirketlerin sahibi ve petrol şirketlerinin sahibi bu insanlar dini inançlarına göre dünyanın kendilerine vaad edildiğine inanıyorlar. Şimdi yaptıkları ise, KÜRESELLEŞME adı altında milletleri köleleştirmek ve "Tek Dünya Devleti" ni kurmak.

27 MAYIS DÖNEMİ
27 Mayıs Devrimi idaresi zamanında görevlendirilen Sayın İhsan Güven'in petrol konusunda çok büyük hizmetleri olmuştur. İhsan Bey bir heyet hazırlayıp Amerika'ya göndermiştir. Heyetin görevi, derine yani 5-6 bin metreye inebilecek sondaj makinaları satın almak. Bütün uğraşılara rağmen ABD Elit'i, bu makinaların satışına izin vermiyor. Bu kez aynı heyet, aynı gaye için Sovyetler'e gönderiliyor. 10 makina için anlaşmaya varılıyor. Makinalardan birisi geliyor. 27 Mayıs idaresinin görevden ayrılmasından sonra ise, diğer 9 makinanın gelmesi durduruluyor. Gerekçe; 'MAKİNALARIN SOLCU OLMASI'. (!)

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra birçok mason Milli Birlik Komitesi üyesi subaylar tarafından gözaltına alınmışlar, ancak ihtilalden sonra kurulan hükümetteki masonların baskısıyla serbest bırakılmışlardır. Bu dönemde MBK.'nin en etkili generallerinden Orgeneral Fahri Özdilek, Orgeneral Refik Tulga ve hükümette görev alan 14 bakan masondur.

DEMİREL'Lİ YILLAR
En uzun zaman görevde kalmış olan Süleyman Demirel Türkiye'nin zengin petrolünü biliyordu. İstanbul'da düzenlenen International Petrol ve Gaz Fuarı'nda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptığı konuşmada 'Türkiye'de petrol aramacılığı yeterince yapılmamıştır. Gelişen teknolojiler kullanmalıyız. Türkiye'de petrol vardır' demektedir. Yine Demirel'in 1970'li yıllarda başbakanlığı sırasında yaşanan kuyruk ve yokluk dönemlerinde söylediği "Türkiye'de petrol vardı da biz mi içtik?" sözleri de traji-komik bir gerçeği yansıtmaktadır.

12 EYLÜL DÖNEMİ
Petrol kuzeydoğu Anadolu'da neredeyse yüzeyde akıyor. Bu bölge Hazar ve Kafkas petrollerinin uzantısı. Türk ulusuna bu bölgede yıllarca petrol aramak kanunla yasak edilmiş. Bu utanç verici, haince uygulama, ne yazık ki 1980 yılına kadar sürmüştür. 1980 sonrası, Enerji Bakanı olan Serbülent Bingöl beye telkin edilmek suretiyle, bu yasaklar petrol kanunundan çıkarılmıştır.

ÖZAL'LI YILLAR
Turgut Özal ise başbakanlığı döneminde Prof. Ültanır'in bir sorusu üzerine "Türkiye'de bulunacak petrolün ve gazın bir önemi yoktur. İstediğimiz ülkelerden alırız." demektedir. Yani ülkemizde petrolün çıkarılıp işletilmesinin ekonomik olmadığı, dışarıdan alınacak petrolün daha çok işimize yarayacağını ifade etmektedir.

VE ECEVİT
Ecevit'e gelince, Ecevit'in bir işçi liderine söylediği; "IMF'nin kucağına düşen istihdamı, yatırımı düşünemez." cümlesi herşeyi söylüyor. 1951'den itibaren eşi Rahşan Ecevit, bir yabancı petrol şirketinin hukuk bürosunda çalışıyor ve tercümeler yapıyor. O tarihten sonra da Bülent Ecevit'in bahtı açılıyor, yıldızı parlıyor. Önce 1954 yılında sonra 1957 yılında iki kez burslarla Amerika'ya götürülüyor. Gerisini biliyorsunuz; Çalışma Bakanlığı, CHP Başkanlığı, Başbakanlık.

57. KOALİSYON HÜKÜMETİ
57. hükümetteki ANAP'lı Enerji Bakanı Cumhur Ersümer'in söylediği; "Ülkemizde petrol yoktur. Dışa bağımlıyız. Bu bağımlılık gelecek yıllarda artarak devam edecek..." sözleri de petrol konusundaki gerçekleri (!) anlatmaya yetiyor.

1998 yılındaki Adana depreminden sonra Ceyhan'ın Soysali köyünde bir yurttaşımızın tarlasında petrol çıkmıştı. Daha sonra bu yurttaşımız, bir televizyon programında açıkladı. Kendisi TPAO yetkililerini ısrarla davet etmiş. Gelenler gönülsüz. Petrol olduğu resmen tesbit edilmiş. Uzun uğraşmalarından sonra kendisine verilen cevap; "Buralarda petrol arama imtiyazı Amerikalılara ait. Bir şey yapamayız. "

TPAO VERİLERİ
TPAO'nun kurulduğu günden bugüne kadar açtığı kuyu sayısı, kimilerine göre 2000, kimilerine göre 1600, kimilerine göre ise 1080. TPAO'nun açtığı bu kuyuların sadece bir kısmı arama sondajı. Diğer bir kısmı başka maksatlarla açılmış. TPAO'nun kurulduğu günden bu yana, ürettiği petrol aşağı yukarı 50 milyon ton. ABD'nin bir yılda açtığı kuyu sayısı 80.000. (Evet yanlış okumadınız seksen bin).

Türkiye'nin yıllık petrol üretimi son rakamlara göre, aşağı yukarı 3,5 milyon ton. TPAO'nun elinde bazılarına göre 15, bazılarına göre de 18 sondaj makinası var. Bunların tamamı 3 bin metrenin altına inemiyor. O Rusya'dan gelen halâ iş görüyorsa eğer, bu hesaba göre bir (1) derin sondaj makinası var demektir. Hemen hepsi de eski, yaşlı ve demode, yani kullanılamaz durumda. Romanya'nın ise 8000 delicisi var. Türkiye'de yıllık sondaj sayısı hızla düşüyor. TPAO elinde bulunan ruhsatları, süratle Elit'in şirketlerine devrediyor.

Bir normal sondajın masrafı 2 milyon dolar. Fakat sondaj denizde ya da derinlerde yapıldığı zaman bu rakam tabii yükseliyor. 1992 yılında 182 milyon dolar yurt içi yatırım yapılırken, her yıl bu rakam belirgin olarak düşmüş. 1998 yılında da 57 milyon dolara kadar inmiş. 2002 yılında öngörülen yatırım sadece 28 milyon dolar. 1995-99 yılları arasında sondaj için sadece 7 milyon dolar harcanmış. Yıllık ortalama bir milyon dolardan biraz fazla eder. Bu rakamlar traji-komik bir gerçeğin ifadesidir.

TPAO yurt dışında karaparanın aklanma cenneti diye bilinen Jersey adalarında, TPIC diye bir şirket kurmuştur. Bununla yurt dışında petrol arama faaliyetlerine girişmişlerdir. Avusturalya'dan Mısır'a, Kazakistan'dan Pakistan'a varıncaya kadar bir sürü yerde sözde petrol aramışlar. 2000 yılı öncesine kadar yurt dışında harcadıkları para 870 milyon dolar. Şimdiye kadar geri dönen para ancak 300 milyon dolar. Yani, 570 milyon dolar batmış. Bu rakamlar Ali Türkoğlu'na ait. Yani TPAO'nun eski yönetim kurulu başkanına. TPIC'in yurt dışı yatırımı 1994 yılında 78-79 milyon dolar. 1995'de bu meblağ 110 milyon dolar olmuş. Her yıl bu rakam düzenli olarak artmış, 1998 yılına gelindiğinde de 146 milyon dolar olmuş. Bu yetmezmiş gibi, elde bulunan bir kaç tane doğru dürüst delicilerin de, yurt dışı aramalarına tahsis edildiği biliniyor.

Resmi rakamlara göre, TPAO'da 3900 küsur personel var. TPAO'da çalışan jeolog ve jeofizikçilerin maaşları 300 dolar ya da biraz daha fazla. En çok kazanan, aylık 750 dolar ücret kazanıyor. TPAO'nun kaliteli elemanları, yıllardan beri TPAO'yu terkediyorlar. Yurt dışında 5.000-10.000 dolara iş buluyorlar.

Şimdi BP Doğu Karadeniz'de 8000 metreye inecek, iki kuyu açma projesini başlattı. Bu projede hisseler % 75 BP, % 25 TPAO olarak belirlenmiş. Halbuki 1980'den sonra düzeltilen petrol kanununda, petrol arayan yabancı şirkete denizde % 45, karada % 35 hak verilmişti.

En zengin petrol bölgelerimizden birisi olan Seyhan-Ceyhan-İskenderun Körfezi, yani Çukurova'nın imtiyazı Amty Oil tarafından alınmış.

TPAO'nun eski yönetim kurulu başkanı Ali Türkoğlu: "Türkiye Petrolleri artık şu kararı verdi. Mutlaka majör petrol şirketleri ile birlikte hareket edecek" demektedir. TPAO'nun ülkemizde maliyetin düşük olduğu yerlerde dahi arama yapmamasının sebebi işte bu teslimiyetçi tavırdır.

NELER YAPILMALI- Birincisi ve en önemlisi TPAO'nun tek elden ve tam yetkili olarak yönetilmesidir. Arama, rafineri, depolama ve pazarlamanın hepsi TPAO'nun bünyesinde olmalıdır. Personel özendirilmeli kaliteye ve performansa göre prim verilmeli, petrol bulunduğunda katkı sahipleri bundan pay almalıdırlar.
- TPAO'nun araştırma ve geliştirme ünitesi en son ve mükemmel teknikle donatılmalıdır. TPAO'ya tez elden yeni ve 6000 metreye inebilen sondaj makinaları alınmalıdır.
- En büyük faktör ihtisas sahibi, çok iyi yetişmiş personeldir. Yani insan faktörü. Üniversitelerden başlayarak jeolog, jeofizikçi ve petrol mühendisleri teorik olarak çok iyi yetiştirilmeli, fakat mutlaka arazide pratik olarak istihdam edilmelidirler.
- Hepsinden önemlisi de uzaydan (uydu) arama metodlarının bir an önce kullanılmasını sağlamaktır.
- TPIC denen bataklık hemen kapatılmalıdır.
- Petrolün kesin varlığı bilinen yerlerden başlamak üzere ivedilikle binlerce kuyu açılmalıdır.

Kaynaklar:

Aksiyon dergisi (Sayı: 445)
Dr. Ümit EMRE'nin "Türkiye'de Petrol Oyunları" söyleşisi


İNSANLIK NEREYE GİDİYOR? (Alıntı)

Nereye gidiyoruz? Ne yazık ki olumsuzluklara... Savaşa... Kirliliğe...
Her türlü kirliliğe, maddi manevi..
Bize bahşedilen bu dünyayı ne yazık ki yok ediyoruz...
Düşünmeden geleceği, çocuklarımızı...
İnsani tüm değerleri kaybediyoruz birer birer... Hoşgörü, iyilik, saygı, sevgi, dürüstlük, namus terkediliyor yavaş yavaş...
Böylesi değerlerle yaşayanlara ....... gözüyle bakılacak kadar değişmeye başladı dünya... Ya da insanlar...

OYSA...
Çok mu zordu;
daha iyiye, güzele ulaşmaya çalışmak...
Dünyayı savaşlar, kaoslar yerine barış ortamına sokmak... Yoksulları, açları doyurmak...
Yeşili yok etmeyip, çoğaltmak... Manevi tüm duygulara ölesiye sahip çıkmak...
Dünyayı cennet yapmak..
Çok mu zordu...
Ümitler bir bir arkada bırakılmaya, suratlar gittikçe asılmaya başlandı... Nasıl asılmasın ki... Yaşanılan hergün olumsuzluklara doğru bir adım iken...
Elimizden birşey gelmezken...
YOK GELMELİ...
İNSANCA YAŞAMAYA İNSANCA DAVRANMAYA
ÖNCE İNSAN OLMAYA SONUNA KADAR VARIM...
SİZ DE VARSINIZ BİLİYORUM...

(...ALINTI...)

17 Ocak 2008 Perşembe

Çılgın Japonlar







500 Bin Top Eylemi... İlginç Görüntüler...

Roma'nın ünlü turistik mekanlarından biri olan İspanyol Merdivenleri, ilginç bir eyleme sahne oldu.

Sanatsal bir eylem yaptığını söyleyen 54 yaşındaki Cecchini, Trevi Çeşmesi'ndeki eylemden sonra kendisi hakkında çıkan haberlere de tepki göstererek, "Hakkımda bir sürü yalan yazıldı. Ne sağcıyım, ne de solcu" dedi.

Merdivenlerin ve meydanın rengarenk toplarla dolması, turistler tarafından şaşkınlıkla izlendi.

( Alıntı )
Devamı Burada..

14 Ocak 2008 Pazartesi

Kedileri Ne Hale Getirmişler...








6 Ocak 2008 Pazar

2007′de En İyi En İyiler

bestoflar.jpg

Yıl boyunca bir çok yerde Best Of diye sıralan şeyler gördük. Şimdi bunlardan en iyi best of listelerene bir bakalım.

1.Time Dergisinin seçtiği En iyi 50 web sitesi

2.PC World En iyi 100 Ürün

3.Music For Ants’ten En İyi 22 Müzik Videosu

4. National Geographic En İyi Doğal Parklar

5.CNN Yılın Otomobilleri

6. Time Yılın En İyi Magazin Dergisi Kapakları

7.Time Top 10 Moda Trendi

8. FHM Yılın En Kötü Filmleri

9.Wired.com’dan En İyi 10 Teknolojik Alet

10.En İyi Ücretsiz 10 Oyun

11.Torrentfreak’ten En İyi 10 Torrent Sitesi

12.Askmen’den Top 99 Kadın

13.UNICEF Yılın Fotoğrafları

14. Youtube’de 2007 En Çok İzlenen Videolar

15.Sports Illustrated Yılın En İyi Spor Fotoğrafları

16. Badastronomy’den Yılın En İyi Astronomi Fotoğrafları

17.CNN’nin seçtiği En Yaşanılası Mekanlar

18.PopularMechanics En Kötü 10 Alet

19. Cinematical’dan En İyi 10 Film Fragmanı

20.Linux Kullacıları için En İyi 21 Linux Oyunu

(Buradan Alıntıdır.)

En Çok Okunanlar...

Fenerbaçe taraftarıyım...

FOTOGRAF

KARİKATÜR ve MİZAH

YARARLI BİLGİLER

OTOMOTİV

Ziyaretçilerim...

Beğendiğim Sözler...

"Şükretmek, yaşamımıza daha çok şey katmanın mutlak yollarından biridir"
Marci SHIMOFF

"Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım."

Necip Fazıl Kısakürek


"Dünya, Kötülük yapanlar yüzünden değil,
sayıları daha çok olduğu halde, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."
Albert Einstein.


Güneş; Işık ve Sıcağından yarar sağlamak için kendisine yalvarılmasını beklemez.
Sende güneş gibi ol, beklenen iyiliği senden istenmeden yap...
Epiktetos.



İnsan gülebildiği kadar insandır.
Moliere.


Hiç bir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma, geri dönmek isteyebilirsin.
Don Herald.


Unutma ki, ağzında bal olan Arı 'nın, kuyruğunda da iğnesi vardır..
John Lyly


Hayata değer bir yaşam,Sevmeye değer bir aşk, Dostluğa değer bir arkadaşlıktan asla vazgeçme.
Ne eksik ne fazlasını ara ve Seni üzenle asla uğraşma.
(Bilinmiyor)


Benim başarı konusunda bildiğim tek şey, Başarmak konusundaki kararlılıktır.
William Feather.


İnsan başkalarını aldatma alıştırmasını önce kendinde yapar.
Refik Halit Karay


Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Hz.Mevlana

30.11.2007 den itibaren...

***